Top
25/03/2023

Muhalefetin Restorasyon ile Reformasyon Arasına Sıkışan Stratejisi

Muhalefetin iktidar stratejisini ortaya koyduğu ortak ilkeleri kamuoyunda pek karşılık bulmasa da muhalif entelektüel dünyada yeni olanın nasıl olması gerektiği alttan alta tartışılmaktadır. Muhalefetin kendisine bakıldığında yeni olan aslında eskinin restorasyonundan başka bir şey değildir. Güçlendirilmiş parlamenter sistem başbakan belirlemeden hükümeti düşürmeyi yasaklamasıyla biraz daha istikrarlı bir yönetim vadetmektedir. Nelerin değişeceği ayrıca tartışılabilir ama değişim stratejisi özellikle tartışılmalıdır.

Muhalefetin entelektüel dünyası restorasyon kavramından özellikle kaçmaya çalışmaktadır. Zira muhafazakar bir tınıya sahip olan restorasyon içlerine pek de sinmemektedir. Fakat bir taraftan da istedikleri eskiye öykünen bir nostaljidir. Kaybetmenin acısı eskiye özlemi beslemektedir. Muhalefetin popülist dili eskiyi de Erdoğan ile özdeşleştirerek aslında ondan daha yaşlı Kılıçdaroğlu ile yeniyi yakalamayı hayal etmektedir. Sorun bu kadar basit ve aktörsel olsaydı muhtemelen toplumun çoğunu da popülist bir politika ile ikna etmek zor olmazdı. Oysa gelmekte olan aktörlerin değişimi ile ötelenebilecek bir süreç değildir.

Çağın sorunu olarak devletin öne çıkmasını ve otorite/egemenlik alanlarının güçlenmesini görmeleri teşhiste isabet ettikleri bir husustur. Gerçekten de 2008 ekonomik krizinden beri devlet toplumun ve piyasanın kurtarıcısı olmuştur. Bu anlamda devletler yapısal bir dönüşüm geçirmiş ve piyasalar ile toplumu ayakta tutan özgürlük alanlarında daralmalar yaşanmıştır. Olağandışı haller arttıkça ve sıklaştıkça yapısal dönüşümü geri çevirmek de mümkün olmamıştır. Toplumlar ve piyasanın aktörleri de güven ve umut telkin eden devlete daha bağımlı hale gelmişlerdir. 15 Temmuz darbe girişimi, pandemi ve şimdi de deprem felaketi yapısal dönüşümü durdurmamış aksine daha çok beslemiştir.

Muhalefetin sorunu bu değişim dinamiğini aktörsel olarak değerlendirme romantizmine düşmesidir. Sanki Erdoğan kaybettiğinde kendileri kazanacaktır. Biden'ın anti-Trumpizm sloganıyla küresel sistemi restore etme arzusunun çarptığı duvarları görmezden gelmekteler. Sanki ABD Trump döneminden daha barışçıl olmuş ve küresel tedarik zincirleri tıkır tıkır yeniden işlemeye başlamıştır. Ukrayna-Rusya savaşı ile iliklerine kadar şiddeti yeniden hisseden Avrupa kamuoyunda barış uzak bir hayaldir. Her an savaşa hazırlanan ABD-Çin ilişkilerinin askeri çatışmaya dönüşmeyeceğini düşünenler giderek azalmaktadır. Bir nevi Obama'nın ikinci dönemini ekonomik kriz karşısında aldığı devletçi önlemlerle ilk Trumpizm dönemi olarak görürsek aslında Biden dönemi de tarihe üçüncü Trumpizm dönemi olarak geçecektir. Biden bahsettiği dost ülkelerle ortak çalışma stratejisini çoktan unutmuş gibidir. Uluslararası kurumsal yapıların reformasyonundan ise artık kimse bahsetmiyor. Zira pandemi karşısında Dünya Sağlık Örgütünü kale alanlar azalırken Uluslararası Ceza Mahkemesi artık etkisiz kararlar alarak kendi kendini itibarsızlaştırmaktadır.