Top
Yücel Koç

Yücel Koç

yucel.koc@tg.com.tr

27/09/2020

Soylu’nun işi terörü bitirmek

TGRT Haber’de çarşamba akşamı İçişleri Bakanı’mız Süleyman Soylu’yu ağırladık.
Gazetemizin yazarları Cem Küçük ve Süleyman Özışık ile birlikte önemli sorular yönelttik Sayın Soylu’ya…
Anayasa Mahkemesine yönelik sert eleştirileri, Selefi örgütlerle ilgili açıklamaları günlerdir tartışma programlarının gündemi.
AYM tartışmasında üstüne basa basa “Güvenlik olmadan özgürlük olmaz. Mesela cezaevinde güvendesinizdir ama özgür değilsinizdir” vurgusuna rağmen, televizyon ekranlarında birileri Bakan Soylu’nun açıklamaları üzerinden hükûmetin özgürlükleri kısıtlama gayretinde olduğunu iddia ediyor.
Terörü serbest bırakmanın ‘özgürlük’ olarak yorumlandığı bir ülkede yaşıyoruz (!)
Oysa İçişleri Bakanı, bir grup akademisyenin çukur olayları sırasında birebir ‘terör örgütü ağzıyla’ yazılan, devletin güvenlik güçlerini, 800’e yakın şehidimizi katillikle suçlayan somut bir örnek üzerinden hareketle AYM’nin bu bildiriye imza atanlara sağladığı korumaya dikkat çekmişti.
Kimse kusura bakmasın, Süleyman Soylu bu feryadında ve gösterdiği tepkide yüzde yüz haklı.
Millî çizgideki hiçbir vatandaşımız da Soylu’dan farklı düşünmez.
Kırk yıla yakındır kundaktaki bebeklerimizi, çocuklarımızı, askerimizi, polisimizi şehit eden, ülkemizi bölmek ve parçalamak için silahlı eşkıyalık yapan bir terör örgütünü savunabilmeyi düşünmek dahi apaçık hainliktir.
Bunu sıradan insanların savunabilmesi bile suç teşkil ederken, akademisyen kılıfıyla teröre uşaklık edenler asla mazur görülemez, hele hele bu ülkenin en üst mahkemesinin bunu ‘özgürlük’ olarak değerlendirmesi hiç kabul edilemez.
Bakan Soylu, bunun cevabını da Batasuna kararını (*) örnek göstererek verdi.
Yargı, siyaset, akademik camia ve sivil toplum kuruluşları teröre alan açarsa ülkenin güvenliğini sağlamakla sorumlu İçişleri Bakanı’nın ne söylemesini beklersiniz?
***
Sadece bu mu?
15 Temmuz gibi bir felaketi yaşadıktan sonra, devlete alınacak personelin güvenlik soruşturmasından geçirilmesini ‘özgürlükleri kısıtlıyor’ bahanesi ile engellemeyi eleştirmeyecekti de ne yapacaktı Süleyman Soylu?
Üstelik somut örnek de veriyor, AYM Başkanı’na, “Polis Akademisinin başında olduğun dönem, aldığın personelin yüzde 41’ini FETÖ’den ihraç ettik” diyor.
FETÖ’nün sızmadığı yer mi kalmıştı, şimdi hepsi tek tek incelenip, belgelendirilip temizleniyor.
Bunca acı tecrübeden sonra, yeni sızma girişimlerini önlemek için uğraş verilirken, tedbir alanların elini kolunu bağlamak niye?
Nitekim AYM’ye herkesin bireysel başvuru hakkı var.
Gerçekten mağdur edilen varsa oradaki haksızlığı giderirsin, olur biter.
Süleyman Soylu buna isyan etmesin de ne yapsın, söyler misiniz?
***
Program esnasında dilimde yuvarladım durdum ama ‘çanak tutmak şeklinde yorumlanabileceği’ endişesiyle yayında açık ifade etmekten sakındım.
MİT tırı ihanetinden tutuklanan Can Dündar’ı serbest bırakıp Almanya’ya kaçmasına sebep olan da AYM idi.
Bu karardan önce bir büyükelçinin bazı ziyaretlerde bulunduğu iddiası o dönem Ankara’da fısıltı olarak yayılmıştı.
Kararda o büyükelçilerin etkisi var mıydı, yok muydu, hiç sorgulanmadı.
Böylesine esrarengiz hadiseler, teröre yarayacak kararlar alınırken hiçbir mesele yok da, Süleyman Soylu konuşunca mı problem oluyor?
 
*************
 
Kılıçdaroğlu ne yapıyor?
 
CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu zaman zaman öyle ipe sapa gelmez şeyler söylüyor ki, buna kimse bir anlam veremiyor.
Son örneği, korona salgını için anlattığı dahiyane fikirler ve kahvehanelerdeki oyun kâğıtları çıkışı oldu.
AK Parti cenahı alaycı kahkahalarla mevzunun üzerinde tepinirken, asıl konuşulması gereken meseleler arada kaybolup gidiyor.
Bunun da örneğini vereyim.
***
Aydınlık gazetesi, Kılıçdaroğlu’nun, İngiliz dış istihbarat örgütü MI6’nın denetimindeki, PKK’ya yakınlığıyla bilinen Demokratik Gelişim Enstitüsü (DPI) toplantısına katıldığını, burada ana dilde eğitimi ve yeni anayasayı savunduğunu, bu sözler dışarıya sızınca parti yönetiminin bundan büyük rahatsızlık duyduğunu yazdı.
Kılıçdaroğlu, ilkokuldan başlayarak ‘ana dilde eğitim’ sözlerini inkâr etti, ancak gazeteye göre DPI toplantısına katılan diğer isimler bu beyanı doğruladı.
Peki, Türkiye neyi konuştu?
İskambil kâğıtlarını!...
***
Aynı Kılıçdaroğlu, FETÖ savcısı Zekeriya Öz’e “Saygın bir devlet görevlisi” dediğinde de…
FETÖ’nün medyasına, dershanelerine, finansına sahip çıkarken de…
Genel Merkez binasının çok gizli katında tuttuğu danışmanı Rasim Bölücek’in, FETÖ tutuklusu Enver Altaylı ile aynı telefon hattından tam 1.159 defa görüştüğü ortaya çıktığında da…
Evine gelen maskeli kişilerden görüntü alırken de…
MİT tırı ihanetine taşeronluk sayılabilecek gizli görüşmeler yaparken de…
Kandil’den gelen “HDP ile ittifak yap” çağrılarının gereğini yaptığında da…
Milletvekilleri, terörist cenazesine omuz verdiğinde de…
Çukur olaylarında askerimizin-polisimizin elini güçlendirecek yasaya karşı çıkarken de…
Libya tezkeresini reddederken de…
Gezi, 17/25 Aralık, 15 Temmuz darbe girişimlerine direkt ya da doğrudan destek çıkarken de bize hep başka şeyleri konuşturdu.
Şimdi anladık mı iskambil kâğıdının hikmetini?
 
*************
 
AK Parti için çok geç olmadan….
 
Tesadüfen önüme geldi…
28 Nisan 2019’da yazmışım.
Yani, geçen yılki 31 Mart yerel seçimlerinin hemen sonrası.
İstanbul’da henüz seçim tekrarlanmamış.
“Kendini düzeltmeden seçime gitme” başlıklı yazıda demişim ki;
“Bu sözüm AK Parti için…
31 Mart, çok açık bu mesajı vermiştir.
Karşı ittifakın, HDP ile iş birliğine rağmen AK Parti, önemli büyükşehirleri açık ara kazanamamışsa bu tablo iyi okunmalıdır.
Kendi içinde birlik ve beraberliği, ortak hedef için canını dişine takmayı sağlayamayan bir parti ya da ittifakın, bunu seçmenden beklemesi kadar absürt bir şey olamaz.
Şimdi İstanbul seçimlerinin yenilenme başvurusu görüşülüyor.
YSK ne karar verir bilemem ama…
AK Parti kendi içinde birliği sağlayamazsa işi çok zor.
Rahmet, birlik ve beraberliğin bulunduğu yere iner…
Nimetin kıymeti bilinmezse, bedeli ağır olur.”
***
O seçimler tekrarlandı ve sonucun ne olduğunu biliyorsunuz.
Aradan bir buçuk yıl geçmiş…
“Ne değişti?” derseniz…
Bugün bu cümleleri bir kere daha yayınlama gereği duyuyorsam, cevabı belli.
 
*************
 
Mr. Antonio bile çaresiz kaldı!
 
Mektup bir okuyucumdan geldi.
Bizdeki muhalefetin ne menem bir şey olduğunun çok çarpıcı bir özeti.
Ben yorum yapmayayım, okuyun kendiniz karar verin.
***
“Merhaba Yücel Bey,
Yaşadığım enteresan bir hadiseyi sizinle paylaşmak istedim.
İstanbul’da büyük bir inşaat firmasının satın alma bölümünde çalışıyorum.
Bu hafta, pazartesi günü bir İtalyan şirketinin CEO’su Mr. Antonio, beraberinde Türk yardımcısı hanım ile merkez ofisimize geldi.
İş mevzusu bitti, aktüel konular üzerinde sohbet etmeye başladık ve Covid-19’dan konu açıldı.
Mr. Antonio’nun yardımcısı hanım şöyle bir cümle kurdu; “Türkiye bu filyasyon işini iyi yönetemiyor. Gelecek günler çok daha kötü olacak.
Mr. Antonio, Türk yardımcısının bu cümlesine katılmadığını ifade ederek, 5 dakika süren bir kısa bir konuşma yaptı. Ben ve yanımdaki diğer arkadaşlar hayretler içerisinde bir İtalyan’dan Türkiye sunumu dinledik.
Mr. Antonio özetle dedi ki;
“Bakın ben ülkenize 15 sene önce geldim. Burada bir Türk ile evlendiğim için Türk vatandaşı oldum. (Cep telefonunu gösterip) Bu cep telefonumda e-Devlet denilen harika bir şey kullanıyorum, bütün işlerimi bununla görüyorum. e-Nabız’a girerek, dört sene öncesinden bugüne kadarki tüm röntgen filmlerime, tahlillerime raporlarıma ulaşıyorum. Avrupa’da bunları yapabilen bir başka ülke yoktur. Ayrıca Avrupa’da filyasyonun “F”si bile yok. Siz neden bahsediyorsunuz. Bence Türkiye sağlıkta Avrupa’da en önde olan ülkelerden birisidir. Ayrıca bu süreci de çok başarılı yönettiğini görüyorum ve yaşıyorum.”
***
Bu sefer yardımcısı tekrar konuya girip; “Fakat, Sağlık Bakanlığının açıkladığı sayılar gerçeği tam olarak yansıtmıyor hep eksik bildirim yapıyorlar” demesin mi?
Mr. Antonio; yardımcısının sözünü kesip;
“Bakın ülkenizin hakkında böyle düşünmeyin. Dijitali bu kadar yaygın kullanan bir ülkede böyle şeyler olamaz. Ben e-Devlet uygulaması ile Türkiye’de bir günde yapabildiğim işleri, kendi ülkemde bir sürü yazışma ile birkaç ayda ancak yapabiliyorum. Size bir şey söyleyeyim mi; ben 15 senede sizin hükûmetinizde şunu gördüm. Adamlar ekipler kurmuşlar. Bizim neye ihtiyacımız var onu tespit ediyorlar, sonra gidip Avrupa’da bu işi en iyi yapan ülke hangisi ise orada günlerce kalıyorlar. Araştırmalar yapıyorlar. Sonra geliştirdikleri modeli getirip Türkiye’de hayata geçiriyorlar. Yani Amerika’yı yeniden keşfetmiyorlar. Hükûmetin, benim Türkiye’de bulunduğum 15 senede sürekli altyapıya yatırım yaptığını gördüm. İşim gereği ülkenizin her yerini geziyorum ve bunu çok rahat fark edebiliyorum.”
***
Annesi-babası Türk olan ve bu vatanın bir ferdi olan hanımefendinin ülkemizi veya yönetenleri karalama gayretine baktım ve bir de objektif olarak durum tespiti yapan bir İtalyan’ın söylediklerine baktım. Şaşırdım kaldım.
Devletimizin keşfettiği, doğalgaz rezervine sevinemeyen bir kitleyi anlamakta zorluk çekiyordum. O hanımefendiyi görünce bu kitleyi artık anlamakta zorlanmıyorum. Maalesef 85 yılda böyle bir nesil yetiştirmişiz.
 
Selam ve saygılar.”
 
(*)
AİHM, İspanya da Bask Bölgesi'nin bağımsızlığı için silahlı mücadele veren ETA Örgütünün siyasi kanadı Batasuna ve Herri Batasuna partilerinin kapatılmasında hukuka aykırılık bulmamış, örgütlenme hakkının kısıtlanmadığına oy birliğiyle karar vermişti. AİHM, Herri Batasuna Partisinin eylem ve beyanlarının şiddeti desteklediği, terörizmle bağlantısı olan kişileri övdüğü, bütün bunlar bir bütün olarak ele alındığında, demokratik toplum kavramıyla bağdaşmayan bir toplum modeli ortaya çıktığı, bu sebeple partinin kapatılmasının orantılı bir önlem olduğu sonucuna varmıştı.
 
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp