Dünyaya ağlıyor olarak merhaba deriz. Sanki “buraya neden geldim” der gibi ağlarız. Hiç gözümüzü bile açma gereği duymadan uyuruz, uyuruz, uyuruz. Sanki geldiğimiz yeri görüyor gibi masumca uyuruz. “Beni rahat bırakın” dercesine masum. Ama zaman geçtikçe etrafımızdaki insanlar bizi dünyaya çekmeye başlar. Zorla tanıtmaya başlarlar her şeyi. Bizim ağlıyor olarak geldiğimiz bu dünyada bu insanlar bizi güldürmek için ellerinden geleni yapar. Bizi bu dünyayla 'sevgili' ederler bir anlamda.
Artık bir sevgilimiz vardır. Görmemek için gözlerimizi bile açmadığımız zamanlar çoktan mazide kalmıştır. “Ayrılmak mı?” Bu kelimeyi duymaya bile tahammülümüz yoktur artık. ‘’Daha yapacak çok işim var’’ edebiyatı bizi de iyice sardı. Çocuktuk, genç olduk. Dünya hayatının en güzel çağına geldik. Gücün kuvvetin yerinde olduğu güzel bir dönem… Çocuklarımızın olduğu, her işimizi kolaylıkla yapabildiğimiz, yorulmak kelimesinin aklımıza bile gelmediği güzel bir dönem gençlik.
Ancak… Yaşlanıyorum, yaşlanıyoruz, yaşlandık. Bingo... Geldiğimiz yere seyahat vakti yaklaştı. Peki hazırlıklar yapıldı mı? Erzak falan ne durumda? Ne götüreceksin şimdi gideceğin yere?
Yoksa götüreceklerini hazırlamaya vaktin mi yetmedi? Doğru ya vakit hiç yetmiyor. Aslında vakit olsaydı veya vakit olsa yapılacak o kadar çok şey vardı ki. Gençtik eğlendik, gezdik, tozduk ‘vakit var’ dedik. Bir baktık yaşlandık. Yaşlanınca yaparız dedik. Yaşlanınca da hastalıktan bir türlü vakit olmadı ki.
Doğru mu? Doğru. Hâlbuki bir ses… Evet bir ses geliyordu kulağıma. “Daha vakit var” devam diyordu. O kadar dostane bir şekilde söylüyordu ki bana. “Hep yanındayım” diyordu, yanlış yaptığın bir şey yok diyordu, hep hoşuma gidecek şeyleri söylüyordu bana.
Peki neden duymuyorum şimdi o güzel, gizemli sesi? Neredesin ey gizemli ses nerede?
“Bu dünyaya bir daha mı geleceğiz?” deyip, “bu gençlik bir daha mı gelecek?” deyip nefse güzel gelen her şeyi yapan insanoğluna şunu sormak gerekir:
‘Gizemli (esrarlı) ses kim?’’
Gökhan Acar-Mali Müşavir
ŞİİR
YENİ ALIŞKANLIKLAR
Hep kötü şeyler beklemeye alışmışız
Ve hep şüphe etmeye.
Oysa öyle çok iyi işler de oluyor ki,
Ve öyle güvenilir insanlar da var ki,
Fark etmeye alışmak gerek.
Öyle çok ‘battı, bitti, kayboldu, yok oldu
O artık iflâh olmaz’, denen insanlar var ki
Umudu kesiyorsun,
Sonra, uzun yıllar sonra, bir de bakıyorsun ki
O insanlar iflâh olmuş, salâh bulmuş, felâh bulmuş
Gayretle, sabırla umut etmeye alışmak gerek.
En beğenmediğin, bundan ne olur ki dediğin
İnsan da bile bir kurtuluş çekirdeği var
O çekirdek açılabilir, koskoca bir ağaç olabilir
O ağaç çevresine gölge ve sığınak sunar, yeter ki…
Güzelliklere sevinmeye alışmak gerek.
Şu okunan ezanlar ve
Allah rızası için edilen dualar
Kalplerin merhametle titreşimi
Öyle havada uçup giden sesler değil
İşte ne olacak, altı üstü bir titreşim
Ve havada kayboldu gitti demek
Doğru değil.
Bunların bir gücü var
Ve de çağırdığı güçler var,
Onlar işe koyuluyorlar ve işleri düzene koyuyorlar
Dua etmeye alışmak gerek.
Allah okunan ezanlardan, edilen hayır dualardan
İyilik için çırpınan kalplerden
Ve bunların titreşimiyle uyumlu insanlardan
Razı olsun
Teşekkür etmeye alışmak gerek.
‘İşi bitmiş, fişi çekilmiş’ denen insanların
‘Modası geçmiş’ denen fikirlerin
İşini bitirmeyen, fişini çekmeyen
Devrini, devranını daim eden
Yeni ve taze bir hayat veren
Allah’a kul olmaya çalışmak gerek.
‘Haydin şifa bulmaya
Haydin kurtuluşa’ diye çağıran
‘Keder etmeyin, işleriniz hallolacak,
Allah büyüktür’
Diye teselli, umut ve çözüm getiren sese
Size bütün hayırlar Allah'ın kulu ve resulü ile gelir,
Ona Eshab olun’ diyen davete
Gönlünü kaptırmaya alışmak gerek.
Fatma Türkan Hebu