Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

31/01/2023

"İnsan kazanmak, gönül almak vazifemiz bizim..."

Hemşire çıktıktan sonra Tanju’nun getirdiği kitaplardan birini aldım. Bej rengi kapağın üstüne büyük puntolarla “William Shakespeare” yazılıydı.

 

Jale, hemşireyi şaşkınlıkla dinliyordu:

- Sen uyurken yanında uzun müddet kaldı. Buraya geldiğinde görmeliydin perişan hâlini. Bizler, doktorlar “korkulacak bir durum yok” dedikten sonra adam ferahladı. Ne de olsa insan sarrafı sayılırız. Bizim malzememiz âdemoğlu malumunuz. Buraya gelip gidenlerin vücut dilinden, yüzde yetmişin üzerinde karakterini okuyabiliyoruz.

- Yanıldığınız olmaz mı?

- Dedim ya yüzde yirmi, otuz da yanılma payı bırakıyoruz. O kadar da olsun kız, biz müneccim miyiz?

- Yok estağfirullah! Hani sözün gelişi.

- Kadir kıymetini bil derim. Doktor hanım bile asıldı çocuğa kız!

- Eee! Tövbe tövbe!

- Esi mesi yok! Hiç pas vermedi! Gözü senden başka bir şey görmüyordu, hep üzerindeydi! Neyse fazla yormayayım! İyice istirahat et! Hayırlı geceler.

- Sana da hayırlı geceler! Verdiğiniz destek için teşekkür ederim Hemşire Hanım! Aa sormayı unuttum! İsminiz neydi?

- Saadet.

- Güzel isimmiş. Saadet dağıtıyorsunuz etrafınıza.

- Öyle bir intiba uyandırabildiysek ne âlâ.

- Hem de çok.

- İnsan kazanmak, gönül almak vazifemiz.

- Ne diyelim helâl olsun!..

Hemşire çıktıktan sonra Tanju’nun getirdiği kitaplardan birini aldım. Bej rengi kapağın üstüne büyük puntolarla “WİLLİAM SHAKESPEARE” yazılıydı. Daha önce okumamış olsaydım “Herhâlde ismi bu” diyebilirdim. Kapağın ortadan biraz aşağısına ise daha küçük puntolarla ve biraz daha silik karakterle, “Othello” yazıyordu. Sanki yazarı da bu “OTHELLO” isimli garip adammış gibi görünüyordu.

Meraklı gözlerle sayfalarını karıştırdım. Bazı yerlerini Tanju da işaretlemiş, kimi satırların üstünü çizmiş. İç sayfalarda bir cümle dikkatimi çekti. Sanki onu bilhassa görmemi istiyormuşçasına, fosforlu kalemle boyamıştı. Ya da bana öyle geliyordu.

İşte Shakespeare’in Othello’sundaki bilhassa fosforlu kalemle işaretlenmiş yer: “Ah! Ah efendim, sakının kıskançlıktan! Kıskançlık, beslendiği avla oynayan yeşil gözlü bir canavardır…”

Kitabın bu cümlesini defalarca okudum, sonra kapatıp epey düşündüm, kendimi hesaba çektim. “Hakikaten ben kıskanç biri miydim, yoksa sevdiğini elde etmiş samimi bir âşık mı?” diye sordum, masum cevaplar aradım gecenin sessizliğinde ve bu hastane odasında.

İçimden “JALE” dedim. Sen sıradan biri değilsin, önce Jale'sin. İlk mektebe başladığımda ismimin manasını öğrenmiştim. Anneciğim kulağına hoş geldiği için, babacığım ise çağdaş, modern âlemi temsil ettiği için koyduğunu izah etmişti. Sözlükleri karıştırmayı öğrenince kendim araştırdım. “Jale” kelimesinin birçok manası varmış. En mühim ve tam karşılığı; şebnemmiş. O da gece meydana gelen ve sabah çiçekler, yapraklar üzerinde görülen su damlacığı, çiy demekmiş. Tam da beni tarif ediyormuş. İsimlerle şahıslar arasında görünmez, sadece hissedilen bir köprü vardı bana göre. Acaba “Tanju” kelimesi ne demekti? Şimdiye kadar peşine koştuğum bu delikanlının isminin ne manaya geldiğini hiç düşünmemiştim. DEVAMI YARIN

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp