Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

07/12/2023

Ailecek kucaklaştık, elimizde olmadan da ağlaştık...

Babacığım, bugününü bana ayırmıştı. Çocukken sık sık gittiğimiz, çok sevdiğim, çeşitli hatıralarımın olduğu Boğaziçi'ne götürdü...

 

Temizlik tamamlandıktan sonra hepsi de kuğular gibi beyaz giyinmiş öğretim elemanları ve tıbbiye talebeleri hastaları dolaşmaya çıkmış olmalılar ki bizim odaya da uğradılar. Her bir hastanın ayak ucundaki mini masaya daha önce bırakılmış, bize ait malumatların not edildiği dosyayı aldılar. Aralarında, kendi mesleki lisanlarıyla mütalaa edip konuştular, çeşitli yorumlar yaptılar. Ben dâhil kimse bu hararetli sohbetten veya dersten bir şey anlayamadık. Gören de diyecekti ki; bu gelenlerin maksatları hastaları değil, dosyaları ziyaret etmekti. Etraflarında hasta ve kimsecikler yokmuş gibi ders yaptılar. Profesör anlattı, talebeler notlar aldı. Arada sırada tezlerini kuvvetlendirecek misaller vermek için bazı hastaların yanına uğradılar. Benim için de “Hanımefendinin bir şeyi yok. Değerleri de çok iyi. Taburcu edin…” talimatı verdi, dışarı çıktı, yine kendi aralarında sohbet ederek uzaklaştılar.

Taburcu olacağımı bilerek beklerken odaya annem, babam, çocuklar girdiler. Doktorlara nasıl olduğumu sormuş olmalılar ki gayet rahat ve keyifliydiler. Yalnız Anneciğim “Ah”lanıp duruyordu içten içe, belli ki Tanju’ya kızıyordu hâlâ.

Benim ise kafam başka yerlerdeydi. Seneler önce “David Gale’nin Hayatı” adlı filmi seyrederken, bilhassa sonlara doğru inanılmaz sarsılmıştım, hatta tüylerim diken diken olmuştu demeliyim. Gece dört sularıydı ve etraf karanlığa iyiden iyiye gömülmüştü. Güne yaklaşılan dipsiz karanlık anlardaki bu derinliğin nasıl olup da bir kızıllığa ve maviliğe dönüşüp GÜNEŞİ ortaya çıkardığını anlamak hakikaten kolay değildi. Filmin bitişiyle iyiden iyiye artan ürpermem beni derin düşüncelere itmişti.

Geceleri uyuyup güne uyananlarla, geceleri uyumayıp günü karşılayanlar arasında derin farklar vardı elbette. En mühimi belki de hissettiklerimdi. Bir uyanış, kendimize dönüş, aslımızı buluş içinde olabilecek miydim? Yoksa bu âlemin esrarlı, sisli vadilerinde, kirli sularına hepten gömülüp ziyan mı olacaktım? Bu derin endişelerden içli huzur çıkarmam kolay olmayacağa benziyordu.

Anlayacağınız, yaşamakla ölüm arası ince bir hat üzerindeydim, ne geçebiliyor ne de durabiliyordum ve bu çok çetin bir bilmeceydi, çözmek istesem de çözemiyordum. Gece gündüz uğraşsaydım da işim pek zordu.

          ***

Ailecek kucaklaştık, elimizde olmadan da ağlaştık. İnsanoğlunun ne kadar aciz olduğunu bir daha gördüm. Kuvvetli bir pehlivanı, zayıf, çelimsiz hasmının çelme takıp düşürmesi gibi bir üzüntü de beni yere sermiş, tuş veya nakavt etmişti.

Babacığım, akrabalarımızdan birinin arabasını almış bugününü ne edip etmiş bana ayırmıştı. Çocukken sık sık gittiğimiz, çok sevdiğim, çeşitli hatıralarımın olduğu Boğaziçi'ne götürdü. “Bakalım nerede duracak?” diyor, otomobilin penceresinden dışarıyı seyrediyordum. Yeşilin çeşitli tonlarında ağaçlar, rengârenk çiçekler, seyyar satıcılar, oradan oraya koşuşturan insan seli… DEVAMI YARIN

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp