Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

08/12/2023

Aynı suâllere aynı cevapları vermekten gına gelmişti!..

Annem, babam hatta çocuklar bile sözleşmişçesine “Ne oldu, başına ne geldi de hastanede bir gece yatırdılar?” diye sormadılar. 

 

İstanbul’da her mevsim güzel olurdu. Kış karlarla, bahar zümrütten çimenleriyle, yaz denizi, turistik seyahatleriyle, sonbaharı meyve, sebze ve bereketli ticaretiyle meşhur olmuştu. Yirmi dört saat ayakta olan Türkiye’mizin en büyük, dünyanın birkaç metropolünden biriydi şüphesiz. Hiçbir yerde burada olanların benzerini görmedim.

Memleketimizin her bir yanı başka güzellikteydi. Karadeniz'de yağmur, İç Anadolu'da tahıl ambarı bozkırlar, Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da çayır çimen ve uzun karlı günler. Akdeniz’de, Adalar Denizi Ege’de güneş, ak pak kumsallar.

Annem, babam hatta çocuklar bile sözleşmişçesine “Ne oldu, başına ne geldi de hastanede bir gece yatırdılar?” diye sormadılar. Suni bir hava estiriliyordu ama olsun benim de işime geliyordu. Aynı suâllere yine aynı cevapları vermekten gına gelmişti. Sinirlerim cidden zayıflamıştı. En ufak bir imaya dahi tahammülüm kalmamıştı. Belli ki yeniden o acılarımı tazelemek, yaralarımı kanatmak istemiyorlardı. Muhtemelen doktorlardan her şeyi sorup öğrenmişlerdi de...

Babacığım sahilde münasip bir yer bulup arabayı park ettikten sonra denize en yakın noktadaki bir gölgeliğe geçtik, sere serpe oturduk. Akşamdan hazırlanmış oldukları belliydi. Sergiler, termosla çay, pasta, çörek kurabiyeler, içli köfteler, meyve ve peynir çeşitleri… Baktım çocukların sevecekleri şeyler çoğunluktaydı. Kendilerini düşünmemişler, her şeyi torunlarının isteklerine göre hazırlamışlardı. Tabii bir de benim çok sevdiklerim ilave edilmişti. Anne baba olmak böyle tarifsiz bir şeydi. Şimdi ben de aynı hassasiyeti biricik evlatlarım için duymuyor muydum? Cenâb-ı Allah, böyle merhamet hissi vermişti biz kullarına.

Babam havadan sudan bahsediyordu durmadan. Önce “Memleketimiz bir harika!” diye söze başladı. Her yerin kendine ait iklimi, nebatatı yani bitki örtüsü olduğuna göre insanları da öyle miydi acaba? Yağmur, kar, güneş insanların davranışlarına ne kadar tesir ederdi? İlk mektep muallimimiz anlatmıştı. İlk vazifesini yaptığı, Erzurum'un bir dağ köyünde üç ay yol kapanırmış. Aylar sonra kazaya gidip birikmiş maaşlarını çekmiş. İnsan devamlı öyle bir yerde olsa nasıl bir şahsiyet geliştirirdi? Herhâlde önce sabrı öğrenir, sonra kendi kendine hayatta ve ayakta kalabilmeyi…” dedi, dinleyip dinlemediğimizi kontrol etti.

O kadar sessiz biri olan babacığıma bir şeyler olmuştu; anlattıkça anlatıyor, çocuklara takılıyor, dur durak bilmiyordu. Anladığım kadarıyla zihnimizi Tanju ile meşgul etmeyelim diye her yolu deniyordu.

“Kızım, Karadeniz’de her mevsim yağmur yağarmış. Dağlar kıyıya paralel olduğundan bulutlar içeri geçemez, biriktirdiklerini yine en yakın yere boşaltırmış. Toprak böyle bol suyla beslendiğinden her taraf yemyeşil… Yağmuru çok severim. Karadeniz’de olsaydım herhâlde çok huzur duyardım. Ya yağmuru, puslu havayı sevmeyenler? Onlar da memnun mudur acaba?”

DEVAMI YARIN

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp