Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

30/05/2020

Hasret dolu gözlerle manzarayı seyrediyordu sadece...

Ona göre hakiki güneş İsmail Fakirullah hazretlerinden başkası değildi...
 
 
Dört bir yan cıvıl cıvıldı; horozlar ötüyor, köpekler havlıyor, güvercinlerin kanat çırpıntısı ta uzaklardan duyuluyordu hâlâ...
Hayallerine kimse yetişemez, hep geniş olurdu.
Bu düşüncelerin ruhunda meydana getirdiği ürperişler arasında, tanıdığı evlerin, dükkânların, siyah ıslak tulumlarından esnafın, isli demircilerin, bakırcıların, kalaycıların yağlı elleri yüzleriyle tanınmayan çırakların, çeşmenin üstündeki salkım söğüt ağacının yakınından geçerken kalbi küt küt atıyordu…
Her bahar, bir taze gelin edası kazanan mahallesini küçük evlerini, fakir ama içindeki sımsıcak hayatı görür gibi oluyordu.
      ***
Uzun bir seyahatten sonra memleketine dönerken; bilmediği bir taraftan kötü şeyler duymayı, hayallerindeki sırçadan köşkün birdenbire çökmesini istemiyordu.
Bunca birikmiş zamanın çok şeylere gebe olabileceğini düşünerek, hasret dolu gözlerle etrafındaki manzarayı seyrediyordu sadece.
Her biri ayrı kıymet ifade eden hâtıralarla, bugüne yabancı binbir hususiyetlere bakıyor, geçmişini, bugünü, istikbâlini düşünüyordu.
Daha tam ıslah olmamış nefsinin bendini yıkmış seller gibi her yanı basıp tahrip edeceğinden korkuyordu. Buraları lâyıkıyla tanıyan herkesin bu vehme kapılması muhtemeldi.
Tarih, damgasını o kadar derin ve kuvvetli basmıştı ki, her yerde kendi ruhunu, kendi hususî dünyasını arıyordu. Her adımda önüne çıkan kâh bir sokak, kâh bir toprak damlı ev, mütevazı bir dükkân, etrafı çamur bir çeşme, dumanı göklere yükselen bir hamam, boynu bükük bir mezar taşı, yaşlı bir kavak veya söğüt ağacı, ötede sıra sıra tayalar, beride tezek kalakları…
Maziyi, geçmiş zamanı hayal ettiren manzara ve isimler… Üstünde bir alev topu gibi sallanan ve bütün şualarıyla; bir hasreti dindirmek için acele eden sımsıcak aydınlığıyla güneş; Tillo’da da aynıydı.
Ona göre hakiki güneş İsmail Fakirullah hazretlerinden başkası değildi. O, her yerde, her sohbetinde ve her işinin arasında, hülyalarına istikamet verirdi. Onsuz hayat neye yarardı ki! Onun üzerine doğmayan güneş de güneş sayılır mıydı?
 
Kar çiçekleri açtığında, geri dönerim.
Her gün cayır cayır yansam da bir gün, sönerim.
İlim, irfan için yollara düşmüş bir erim.
Okurum, yazarım, gerisine Allah kerim...
      ***
Erguvani sisler altındaki nefti dağlara kadar uzanan zümrüt yeşili çayırlar, tarlalar, bahçe ve bostanlar, mera ve düzlükler; çivit mavisi bir kubbenin altına serilmiş sanki Cennetten bir köşeymiş gibi görünüyordu ona... 
Hasankale’ye girdiği bu öğlen saatinde etrafa baktıkça hasretliği hatıralara dönüyor, kalbine tarifsiz bir ferahlık ve hoşluk veriyor, içi huzurla doluyordu. 
Koyusundan açığına yeşilin çeşitli tonları birbirleriyle yarış hâlindeydi. Hiç de yabancı olmadığı enfes kekik kokuları ta burnuna kadar geliyordu. DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp