Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

29/04/2022

Sorgulayan gözlerle etrafına bakındı... Zihni çok bulanıktı!

" Ah! Efendim, seni bulduğumuzda taşın dibinde baygın yatıyordun…" dedi yatağın kenarına oturmuş olan Hayriye Hanım...
 
 
Bu kısa moral bozukluğundan sonra, geceye kaldığı yerden devam ediyordu Lütfü Hoca. Rahlenin başına bir çökmeye görsün, sayfaların çevrilmesi birbirini takip ediyor, hem ağlıyor, hem de ağlatıyordu. Ağlarken keyfi yerine gelmek de hiç olacak şey miydi? Burası başka bir imtihan yeriydi ve onlar muvaffak olmak mecburiyetindeydiler. Her şeye rağmen keyfi tekrar yerine gelmişti Lütfü Hocanın. Bazen Yahya Kemal’den, Sümmani Baba’dan, bazen hocası Alvarlı Efe’den beyitler mırıldanır, kendini oyalardı. Yoksa hayat hepten çekilmez oluyordu.
Gönlümle oturdum da hüzünlendim o yerde,
Sen nerdesin, ey sevgili, yaz günleri nerde!
Dağlar ağarırken konuşurduk tepelerde,
Sen nerde, o fecrin ağaran dağları nerde!
 
Akşam, güneş artık deniz ufkunda silindi,
Hulyâ gibi yalnız gezinenler köye indi,
Ben kaldım, uzaklarda günün sesleri dindi,
Gönlümle, hayâlet gibi, ben kaldım o yerde.
Gecenin ilerleyen saatlerine doğru bir ara taşın dibindeki tuvalete gittiğini biliyor ama dönüşünü hatırlamıyordu. Neden sonra gözlerini açtı, çatallanmış sesiyle; “Bana ne oldu? Niçin ağlıyorsunuz?” dediyse de kimse duymuyordu. Sadece ağlıyor, birbirlerine sarılıyorlardı. Başını kaldırmak istedi, yapamadı. Dünyanın en ağır varlığı onun kafasıydı sanki.
- Ah! Efendim, seni bulduğumuzda taşın dibinde baygın yatıyordun… dedi yatağın kenarına oturmuş olan Hayriye Hanım...
Sorgulayan gözlerle etrafına bakındı. Zihni çok bulanıktı. Kendine gelmekte güçlük çekiyordu. Hane halkı karşısına dikilmiş hüzünlü gözlerle ona bakıyordu. Uzun müddet birileriyle konuştuğunu, daha doğrusu sayıkladığını söylediler. Ve hepsi sırayla elini öperek odadan ayrılınca neler yaşadığını hatırlamaya çalıştı. Maalesef muhayyilesi de, kafası da bomboştu. Hâlâ olup bitenlerden bihaber ve nerede olduğunu idrak edememişti. Köylülerin geldiğini gören Hayriye Hanım; çıkmadan önce kulağına eğilip usulca fısıldadı:
- Ben senin için duâcıyım, çocuklarından dolayı endişe edilecek bir şey yok! Sana hizmetkâr olmayı çoktan hak etmiştin! Dün öyleydi, bugün öyle, bundan sonra da hizmetkârınım!
Sadece; “Evimin süsü…” diyebildi, başka şeyler de diyecekti vazgeçti Lütfü Hoca.
Kapanan tahta kapının gıcırtılı sesi, gözlerinin önüne, yaralarının çıktığı geceyi getirdi birden. O korkuyla bakışları ağır ağır vücuduna döndü ve açık yerlerindeki yaraları, sarı su karışımı kanlı irin olup akıyordu yer yer. Misafir hafızın çemkirerek yüzüne karşı tükürüklerinin savrulması canlandı gözlerinin önünde; köyde konuşulanlardan tut, ta buraya kadar uzanan çaresiz derdinden kurtulamayacağını düşünerek uykuya dalmak istiyordu ama ne mümkün…
Sabah akşam bütün Verintaplılar, ağız birliği etmişçesine bu mütevâzı kulübeye uğrayıp çok sevdikleri hocalarına; “Hocam bir şeyin yok, yarın öbür gün kalkarsın. Merak etme, senin attığın kol taşını hâlâ geçen olmadı, bir de Yatağın düzünde atarız. Oraya da bir işaret koy. Hocam iyi tırpan sallıyormuşsun bir gün seni Turnagöl’e götüreceğim, bakalım dedikleri gibi misin, yoksa…” Havadan, sudan konuşup teselli ediyor, hastalığının mühim olmadığına dikkatleri çekmeye çalışıyorlardı. DEVAMI YARIN
 
 
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp