Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

29/03/2019

“Ah Doğan’ım bir gelsen! Seni ne kadar özlemişim"

Kapının yanı başında duran Gülşah, hiç lafa karışmadı. Yalnız dinledi.
 
Matlube Hanım, bugünleri gösteren Rabbine şükürler etti.
O, bir daha görmek istemediği, gidip gelmemesini temenni ettiği günler benliğini sarmıştı. Bir türlü kurtaramıyordu. Yine önündeydi. Bak…
“Bu oda, sanki harabeydi. Ne vakitten beri neşesi gitmiş, huzuru kaçmıştı. Evimin direği, efendim, Çelebi’m ne yapacağını bilmeden, kötürüm gibiydi. Akşamı, sabahı belli değildi. Ne zaman uyuduğu, uyandığı anlaşılamıyordu. Şiddetli bir yeis, kuvvetli bir keder, inanılmaz bir soğukluk, ölüm soğukluğu gibi bir şey hâkimdi. Sanki ondan farksız mıydım? Daha beterini ben çektim. Elhamdülillah geçti. Cenâb-ı Allah, bugünleri de gösterdi…” diye söylenerek giderken, bu sefer de keyfinden olsa gerek yanıyor, tutuşuyordu. Kâbus dolu günler, geceler gibi ateşler içinde kıvrandırıyordu. Eliyle başını, alnını kontrol etti. Evet, hâlâ saçlarının dibi, alnı ter içindeydi. Mutfaktan içeri girdi. Kendini tutamadı. “Bir fitne nice insanları, evleri, barkları yakıp kül etti. Etmeye de devam ediyor.”
                      ***
            MUTLU HABER
Beyazıd Paşa, alelacele hazırlanıyordu. Hayat arkadaşı onun saray faaliyetlerinden, yapacaklarından hiç konu açmaz, sormazdı bile. Kendiliğinden bir şeyler anlatırsa anlatır, o da bu duvarların dışına çıkmazdı. Devlet işlerindeki sırlılığı çok iyi kavramıştı Hüsnâ Hanım.
Bugün farklı bir güne benziyordu. Elbiselerini getirmiş, tek tek tutup, giyinmesine yardım ediyordu.
Düşmanların korkak oluşlarından, bu sebeple sinsi davranmayı tercih ettiklerinden bahsetmişti kıymetli devlet adamı, biricik hayat arkadaşı Beyazıd Paşası.
-Bu Kâbus denilen adam hem korkuyor, hem de kötülük yapmaktan geri durmuyor efendi. Ne biçim adammış? dedi Hüsnâ Hanım.
-Belki de elinde değil.
-Eli kopasıca!
Beyazıd Paşa, refikasının bedduasına gülümsedi.
-Senin de sabrın taşıyor bakıyorum.
-Bilmem bey, hayıflanırım işte.
-Daha neler, ne hinlikler düşünürmüş, planlarmış?
-İnşallah başına çıkar!
-Diyormuş ki; “Hedefim Bursa’yı almak!”
-Dilin kemiği yok ki her şeyi konuşabilir.
-Konuşabilir de elindekileri tutmayı bilmez. O buralara göz dikecek… Yıldırım Han’ımız da; “Buyur gel. Seni dört gözle bekliyorduk ey Kâbus!” mu diyecekti?
-Geleceği varsa, göreceği de vardır efendim!
-Elbette sultanım.
Gülüştüler.
Kapının yanı başında duran Gülşah, hiç lafa karışmadı. Yalnız dinledi.
Kâbus denilen adamın kötü biri olduğunu duymuştu da Bursa’ya göz dikeceğini yeni işitmişti. Canı gibi sevdiği Doğan Bey’inin böyle bir canavarın elinde tutsak olmasının nasıl korkunç bir şey olduğu aklına geldi. İrkildi elinde olmadan. “Ne sıkıntılar, eziyetler, işkenceler çektirmiştir kim bilir?” dedi içinden.
Karşısında sevgili Doğan Bey’ini görür gibi oldu. Gülşah’a bakıp gülümsüyordu. Açık kumral ay gibi yüzü, düzgün burnu, inci gibi beyaz dişleri, yay gibi kaşların altında iri zeytin gözlerini hiç unutmamıştı. Meçhul bir sevinçle titredi. Şimdi zindanların küf kokulu, rutubetli yerlerinde işkence mi görüyordu? Yoksa kurtulmuş buraya mı geliyordu? “Ah Doğan’ım bir gelsen! Seni ne kadar özlemişim. Hadi ne duruyorsun? Hiç olmazsa bir haber gönderseydin?..” DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp