Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

28/04/2022

Af dileyen bakışlarla bir ona bir ayağına bakıyordu!..

Lütfü Hoca, ailesi ile olup bitenleri konuşup dinlerken, bir ara gözleri bulundukları yerin cazibesine kapıldı...
 
Verintaplılar; “Lütfü Hoca, caminin damına çıkınca ta biz Davulveren’de, Yasamal’da, Kala’nın başında Ezân-ı Muhammediyi duyardık; o ne okuma, o ne aşk…” der, hocalarıyla iftihar ederlerdi.
Çevrede “Kur’ân-ı kerîmi en düzgün okuyan” seçildiği için ayrıca memnuniyet içindeydi ama bu aynı zamanda daha büyük bir mesuliyet manasına geliyordu onun için. Babalarının üstün meziyetlerini gören bütün hane halkının gözleri coşkuyla parlıyor, yüzlerinden huzur akıyordu.
Lütfü Hoca, ailesi ile olup bitenleri konuşup dinlerken, bir ara gözleri bulundukları yerin cazibesine kapıldı; bakışları, gümüşten kocaman bir tepsi gibi asılı duran dolunayın yansıttığı çisil çisil ışıkları takip ederek, antika tablolar gibi görünen muazzam manzaraya kaydı. Bu bakmaya doyamadığı, oldukça gösterişli çevreyi; her gün yeniden keşfediyormuş gibi incelemeye başlamıştı ki, ayağında hissettiği ıslaklıkla irkildi!
- Ayy! Hayriyeciğim, çok özür dilerim!
- Ne oldu?
- !!!
Af dileyen bakışlarla bir ona, bir ayağına bakıyordu Lütfü Hoca. Telâşla, elindeki deri kaplı enamı en yakın tereğe bırakıp peşkirlere uzandı.
- Korkma, mühim değil Hayriyeciğim, yaraların kanaması yeni değil! Boş ver, ben silerim... dese de içten içe krem rengi hasırların üstü, ayaklarının mahvolmasına üzülmüştü. Hayriye Hanım, hemen lekeleri silmeye koyulmuştu bile...
- Çok da iyiydim hâlbuki ama kusuruma bakma canım ya!
- Olur böyle şeyler, bırak, ben hallederim!
- Çıkmaz ki bu meret de!
- Dur, kapıda bir hasırımız daha var, hemen getireyim! Başka bir şey olmasın da… Hasır, zaten eskiydi. Yayladan inerken atılacaktı nasıl olsa!
- Benim yüzümden hep!
- Yok canım, ayaküstü söze tutuşmam olmasaydı. Hele bak…
- Bir yerin acıyor mu?
- Yara! Adı üzerinde; bazen kaşınıyor, bazen sızlıyor! Bazen de böyle… Neylersin ki!
- Kendini üzme bey!
- !!!
Demeye kalmadı, yanından hızla uzaklaştı… Hemen sandığı açtı, temiz tülbentlerden bir deste çıkardı, merhemleri alıp döndü. Tepeden tırnağa sıvadı, sonra da bu bembeyaz tülbentlerle bütün bedenini sarıp sarmaladı. “Artık daha akmaz…” diyerek çocuklara döndü:
- İsterseniz yatın çocuklar. Bize bakmayın.
- !!!
Çocukların yapabilecekleri bir şey yoktu. Gün boyu keçilerin peşinden koşmuş, kuzu göllerinde yüzmüş, evi ve evdeki hastalığı unutmaya çalışmışlardı. Onların derdi daha başkaydı. Dışarıda çocukların konuştuğuna göre; “babaları, her an ölebilirmiş” de… Böyle bir ruh hâliyle dolaşan tazelerin yaşadıkları ızdırabı anlatmak mümkün değildi. Her akşam evlerine dönerken, bir mevtanın yanına gidiyorlarmış gibi korku içindeydiler. Bu muhatap oldukları korkunun başaktörü babalarıysa, varın siz düşünün o çocukların nasıl bir travma yaşadıklarını.
Onların dünyası çok farklıydı. Hayat ve memat arasında ince bir çizgi vardı ve onlar her gün bu çizgi üzerinde gidip geliyorlardı. Velhasılı, hoca efendi ve ailesi için hiç de kolay değildi.
DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp