Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

24/04/2022

Hepsinde bir ayrılık endişesi vardı...

Neredeyse bütün köylüler, talebeleri arkadaşları gelmişti, heyecanla katıldı aralarına.
 
Lütfü Hoca’nın hayat arkadaşı, aynı zamanda bir âlim olan İdris Hocanın torunuydu. Şen şakrak ilkbahara, cıvıl cıvıl hayata dargınmış gibi elindeki işine dalmış, ışıl ışıl gözlerini tek bir noktaya dikmiş, görünüşte pek meşgul, hakikatte ise farklı bir şey düşünüyor gibiydi.
Yapmacık da olsa hâlinden memnun ve de rahat görünmek için pencereyi açtı. Çiçek, toprak, kır kokuları getiren hafif bir Mayıs rüzgârı yüzünü yalayarak tentürdiyot kokan odayı dolduruverdi. Epey zaman geçmesine rağmen, karı-koca ikisi de susuyor, öyle herkes kendi âleminde duruyordu.
Küçücük pencerenin buğulu camından dışarı bakarken iki gün sonra gerçekleşecek ikinci Erzurum yolculuğunu düşünüp içi bir hoş oluyor, fena korkuyordu. Zaten son günlerde aklı hep kocasında ve karşılaşacaklarındaydı. Bugünü yaşamıyordu, istikbalindeydi kafası; sabahlara kadar acıyla kıvrandığı o yaralarının azdığı gecedeydi.
Kazanç mevsimi, işini gücünü bırakmış, gelmiş kayınbiraderi Osman efendiye mi yansın, evlatlarını bir odaya bırakıp gitmeye mi? Gerçi Muhtar Hasan’ın hanımı Nazire Abla “Çocukları merak etmeyin. Onlar bana emanet...” deyip rahatlatmıştı da yine de ana yüreği…
Birbirlerine belli etmeseler de her ikisi de çıkmazdaydı. İmtihanın böyle büyüğü görülmemişti. Mevsimin en mühim gününde, önlerinde hazırlanmaları lazım gelen korkunç kışı düşünmemeleri mümkün değildi. Bu kadar az zamanları kalmışken, abisinin peşine takılması buralarda sürüm sürüm olması doğru muydu? Kessen bir adım geri attıramazlardı. Aslında; “Sen çiftini çubuğunu bırakma…” diye yalvardıkları hâlde o, iyi olana kadar abisinin başından ayrılmak istemiyordu. “Yalnız değilsiniz…” deyip moral vermeye gelmişti. Lütfü Hoca âdeta yalvararak Aha’ya gönderdi. Gönderdi ama geri gelmesi bir oldu.
Aynada son bir kontrol yaparken muhtar Hasan kapıda belirdi. Her zamanki cana yakın tavırlarıyla karşıladı. Neredeyse bütün köylüler, talebeleri arkadaşları gelmişti, heyecanla katıldı aralarına. Kimisi duâ ediyor, kimisi akıl veriyordu, muhtar da nazı geçenlerden topladığı bir deste parayı; “Şehre gidiyorsun Hocam, yanında bulunsun… Ne olur ne olmaz, dünyanın her türlü hâli var...” deyip cebine sıkıştırıverdi kaşla göz arasında. Hepsinde bir hüzün ve ayrılık endişesi sessizliği vardı. Sıradan şeyleri bile bir ibadet edasıyla, huşu içinde yapıyorlardı. Bu kadar candan insanlara hayran olmamak mümkün değildi. Tıfıllar bile sessizlik olsun diye parmak uçlarında hareket ediyordu. Sanırım bütün bunlar yıllardır aldıkları derslerden sonra üstün ahlakımızın üstümüze yapışmış hâliydi.
DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp