Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

23/04/2022

Sanki içine bir alev düşmüş yakıp kavuruyordu!..

"Cemaat kusura bakmayın! Sizin karşınızda bu hareketi yapmamam lazımdı, biliyorum yanlışlığımı!.."
 
 
Fena kızmış, pek öfkelenmişti Lütfü Hoca. Cebinden bir deste bozuk para çıkardığı gibi hafıza uzattı:
- Al şunları, bırak okumayı!
- !!!
- Cemaat kusura bakmayın! Sizin karşınızda bu hareketi yapmamam lazımdı, biliyorum yanlışlığımı! Bir tarafta Allahü teâlânın kelâmı, bir tarafta sizler… dayanamadım, hakkınızı helâl ediniz. Sayfaları, cüzün başına çevirin yeniden okuyacağım… deyip baştan sona cüzü okuyup bitirdi. Bitirdi ama kendi de bitmişti. Rengi solmuş, huzuru hepten kaçmıştı.
O gün eve nasıl geldiğini, nasıl iftar ettiğini kelimelerle izah etmek mümkün değildi. Sanki içine bir alev düşmüş yakıp kavuruyordu. Dışarının karı, tipisi, boranı onu artık hiç de alakadar etmiyordu. Vücudunu ateşler basmış, boncuk boncuk terliyordu. O gece kıpkırmızı yaralar döktü. Bir insan, bir anda bu kadar değişebilir miydi? Oluyormuş demek ki. Artık o keyifli Lütfü Hoca gitmiş, başka biri gelmişti.
Köylülerin kimi “Hoca haklıydı…” kimi; “Haklı da olsa o kadar cemaatin içinde hiç misafire tokat atılır mı?” dedikodularını yapıyordu. Çuval değillerdi ki ağzını bağlayıp bıraksalardı. Herkes kendi âlemince yorum yapıyor, fikir yürütüyordu. Günlerce bu mesele köyün birinci konuşulan mevzusu olmuştu. En sonunda o misafirleri evinde ağırlayan Ali Pehlivan’a sordular; “Bunlar kimdi, sen nereden tanıyorsun?” gibilerden. O da şöyle anlatmıştı meseleyi:
“Aşağı Pungar’da hayvanları suluyordum. Baktım iki garip bana doğru geliyor. Selâm verilip alındıktan sonra Ramazan-ı şerif için köyleri dolaşan hafız olduğunu anladım. Evime davet ettim. Kimseyi de tanımadıklarından hemen kabul ettiler. Babasıyla oğlu birlikte dolaşıyorlarmış. Ta Tortum’dan köylere uğraya uğraya buraya kadar gelmişlermiş. Babasının yanında bir edepsiz duruşu, başköşeye kurulup oturuşu, babasına hizmetçi gibi muamelesi benim bile sabrımı taşırmıştı. İnanın var ya... siz de görseydiniz tokat değil sopayla kovalardınız. Lütfü Hoca az bile yaptı…” deyince bu mesele kökünden kapandı. Kapandı ama Lütfü Hoca’nın yaraları kapanmıyordu. Gittikçe çoğalıyor, her tarafını kaplıyordu.
Alelacele Erzurum’a gitti, doktora göründü. Birkaç hafta kaldı, torbalar dolusu ilaçlarla döndü evine geldi ama nafile… açılan kaşıntılı yaralar bir türlü iyi olmuyordu.
              ***
Ilgıt ılgıt esen rüzgâr;
İlaç var mı haber getir.
Ancak benim yüreğimi,
Dağ havası serinletir.
 
Dertlerimin hepisini
Ya al götür, ya da bitir.
Bir illet ki günden güne,
Hep yaramı derinletir.
 
Yara denen hastalığın,
Al çoğunu aza yetir.
Bil ki beni yaka yaka,
İnim inim iniletir!
          ***
Bahar gelmiş, her taraf şenlenmişti ama Lütfü Hoca’nın keyfi yerinde değildi. Vazifesine gidip geliyor, işlerini aksatmıyordu ama bir taraftan da yaralarına çare bulamamanın ızdırabını yaşıyordu. DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp