Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

21/01/2023

Şimdi, pembe hayallerime yanıp duruyorum sadece...

Okula başladıktan sonra bir gün demiştim ki; “Anne, seni çok seviyorum…” O da gayr-i ihtiyari sormuştu; “Ne kadar?” Ben de matematik dersinde öğrendiğim ilk bilgilerimin tesirinde kalmış olmalıyım ki hemen cevaplamıştım; “Sonsuz sayısı kadar!” Bu şekilde söylenen bir muhabbet ifadesi olmadığından mı ne derin bir sessizlik oluştu aramızda, sadece gülen gözlerle bakıştık.
 
Harcanıp geçiyor, ömür dediğin!
Önüne geliyor bir bir ektiğin.
Hani, nerde ölümüne sevdiğin?
Her şeyini verip boyun eğdiğin!
 
Deliliğimden geç uyanıp kendime geldiğimden beri etrafımda olup bitenlerin muhasebesini yapıyorum artık. Şunu iyice anladım ki birilerinin hepten bizimle alıp veremediği vardı. Nasıl da dümen sularına girip peşleri sıra sürüklenmiştik! Yetmemiş, bir de “en büyük örnek insanlar” diye onları alkışlamıştık. Demek, gençlik heyecanlarımızı fena kullanıyorlardı bu hesapları olanlar. Bunun için de sağlıklı düşünebilmemize fırsat vermiyorlardı. “Hah hah ha hih hih hi” oyun eğlence, aşk meşk, dünyayı kurtarma ütopyalarına, nefsimiz de ilave olunca azgın sel sularına kapılmak kolay oluyordu. Kapıldıktan sonra da, “Haydi cenaze namazına…” diyor, kurtulamıyorduk!
 
Mektep hayatım boyunca ve oldukça da şuursuzca, gizli hesapları olanların peşi sıra sürüklenip dururdum diğer gençler gibi. Bu felaketten çok az insan kurtulabiliyordu. Belki de o az şanslılardan biri bendim. Gidip de geri gelmesini istemediğim günlerimi hatırladıkça kusacak gibi oluyor, çok utanıyordum. Tarifsiz bir şekilde acı çekiyor, kaybettiğim yıllarıma, gençliğime, bitmeyecek sandığım enerjime, pembe hayallerime yanıp duruyorum sadece.
Millet olarak dostumuzu düşmanımızı tanımak ve de çok uyanık olmak lazım geldiğine inanıyordum, eğer olmazsak, uyanık olanların merkebi olmaya mahkûm oluyorduk maalesef! Memlekette bizden biriymiş gibi görünüp ama iliklerine kadar bu millete düşman olan bir tayfa varmış da haberimiz yokmuş. Şimdi diyeceksiniz ki “Senin neyine düşmanlar, düşmanlıklar?” İşte o sualin cevabını vermekte zorlanıyorum. Zaten dostunu düşmanını tanımak için dedektif olmaya da lüzum yok, ufak bir gayretle hepsini görmek mümkün. Çeşitli meşguliyetlerle düşünmemize fırsat verilmediği için anlayamıyorduk oynanan oyunları, kurulan tuzakları.
 
Bakın ne aklıma geldi? Kısa bir hikâyecik. Ne demek istediğimi en güzel şekilde hulâsa-i kelam edip özetleyecek inşallah.
Elinde uzunca bir sopa olan köylünün biri, toprak yolda sırtında bir çuvalla seyahat ediyormuş. Epey yürüyüp yorulduktan sonra bir gölgelikte çuvalı yere koyup oturmuş. Bu arada peşi sıra gelen genç bir yolcu da onun oturduğunu görünce selâm vermiş, yanına çömelmiş. Çömelmiş ama önceki yolcunun garip hâlleri dikkatini çekmiş. İki üç dakikada bir çuvalı sallıyormuş. Yanına oturan genç fazla dayanamamış sormuş köylüye.
 
- Hayırdır babalık! Bu çuvalda ne var, ikide bir yayık gibi sallayıp duruyorsun?
DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp