Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

16/04/2022

Abdülkadir; ağlamaktan şişmiş gözlerini silerek annesine baktı

Hayriye Hanım, ocağa çay koyarken düşünüyordu; “Ne oldu acaba? Babası dövdü mü, bir şey mi yaptı?"
 
Eski hafızlara da tecvid dersleri veriyor hizmet üzerine hizmet yapıyordu. Köy ve köylüler de bu işler için müsaitti ve aradığını bulmuştu Lütfü Hoca. Artık nur topu gibi bir işi vardı. Çocuklara Kur’ân-ı kerîm öğretme sevgisi de başka şeydi. Rahleyi önüne alınca dertlerini unuturdu…
Bu arada akşam yemeğini hazırlayan Hayriye anne de birkaç aylık ilk kızı Fadime’si kucağında kapıya geldi. Lütfü Hoca oğlunu daha rahat okutabilmek için fazla yüzgöz olmuyor, ona bir babadan ziyade hoca gibi mesafeli davranıyordu. Ana oğul baş başa kalınca:
- Hayırdır oğlum, korkuttun beni! Nedir bu acelen? Durmadan kapıyı tekmeliyorsun! Gir, gir içeri çocuğu üşüteceksin!
- Bıktım artık anne bıktım! Dayanamıyorum artık!
- Hiçbir şey anlamadım!
- Okumayacağım artık! Hafızlık yapmayacağım bir daha!
- Allah Allah! Bunlar ne biçim lakırtı a evladım? Baban duymasın!
- Duysun! Çok fenayım anne, çook!
- Sakin ol bakalım! Geç içeriye! Kapıda konuşulmaz böyle şeyler!
- Ah! Ah!
- Ahlanıp durma öyle! Çocuğu üşüteceksin!
- !!!
- Ben bir çay koyayım ocağa, hem konuşur, hem de bir şeyler atıştırırız! Anlaşıldı dertlisin!
- Hem de çook doluyum anne! Ben bebeye bakarım…
- Maşrapadaki sütü içir, uykusu gelince de beşiğine yatır!
- !!!
Hayriye Hanım, ocağa çay koyarken düşünüyordu; “Ne oldu acaba? Babası dövdü mü, bir şey mi yaptı? Bu deli oğlan kim bilir neye sinirlendi yine?” Ocağa çay koymak zaman kazanmak için belki de bahaneydi. Oğluna ne konuşacağını, zihninde toparladıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi tezeklikten birkaç kerme parçasıyla, çıra aldı, geldi. Sobanın kapağını açarken:
- Fadime yavrucak üşümesin! Biz kaşarlandık ama o tazeye dikkat etmek lazım.
- Hava buz gibi! Ben de üşüdüm ana!
- Oğlum baksana sokaklarda in-cin top oynuyor! Sen kalkmış gelmişsin! Üşüyeceğini hiç düşünmedin mi? Anlat bakalım; hayırdır inşallah. Nedir seni bu soğuk, rüzgârlı havada böyle apar topar getiren?
- !!!
Abdülkadir; ağlamaktan şişmiş gözlerini silerek annesine baktı. Yarası kanamıştı sanki, tekrar başladı burnunu çekmeye. Hıçkırarak ağlıyor, ağlıyor; “olmuyor ana! Yapamıyorum! Dayanamıyorum daha! Ben artık o medreseyi ve içindekileri de görmek istemiyorum” diye söyleniyordu. Tecrübeli ana:
- Neler oldu a evladım? Seni böyle öfkelendiren şey de nedir? Baştan ve tane tane anlat!
- Ne olacak dayak yedim!
- Kimden?
- Kimden olacak o sevgili kocacığından!
- Çok şaşırdım! Sen babandan dayak yedin ha!
- Evet! Anlatayım; daha çok şaşıracaksın ana! O melek gibi sandığınız, yere göye sığdıramadığınız İstanbullu Hoca; beni çok hırpaladı, fena bir şekilde dövdü. Molla Ahmed olmasaydı kolumu bacağımı kıracaktı! Çok üzüldüm, yıkıldım ana! Çok da sıkıldım! DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp