Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

15/02/2023

"Pek kasvetli fırtınalı bir hava! Yolumu kaybettim karanlıkta!"

Beni bu kasvetli havalar mahvetti,

Böyle havada zatürre oldum.

Tir tir titredim, düştüm yataklara.

Tanju’yu böyle havalarda daha bi' sevdim,

Böyle havalarda öğrendim âşık olmayı;

Montumu sırtıma, atkıyı boynuma geçirip

Böyle havalarda unuttum anahtarı kapının üstünde;

Orhan Veli şiirleri aranjman etme hastalığım,

Hep böyle havalarda depreşti, nüksetti;

İnan ki beni bu kasvetli havalar mahvetti.

Pek kasvetli fırtınalı bir hava!

Yolumu kaybettim karanlıkta,

Bana söyler misiniz, nasıl gidilir bizim sokağa?

     ***

Doğup büyüdüğüm evimi ocağımı, annemi babamı terk edip Tanju’nun peşine takıldıktan sonra yeni ve bizim ifademize göre “çağdaş modern” bir hayat kurmuştum. Artık çok arzuladığımız bağımsızlığımızı elde etmiş, yeni bir devlet gibiydik. Ayakta kalabilmek için de karı koca durmadan çalışıyorduk.

“Kimseyle alakadar olmaya vaktimiz yok, bizden bir şeyler beklemeyin!” deyip ailelerimize restimizi çekmiştik. Ne onlardan bir beklentimiz vardı, ne de onlara yapabileceğimiz bir yardım.

Örnek aldığımız Avrupa devletleri de öyle değil miydi? Ailecek bir lokantaya gidenler istedikleri yemekleri, istedikleri kadar yiyor ve herkes tek tek ücretlerini ödeyip çıkıyordu. Bundan daha büyük bir eşitlik “adâlet” var mıydı dünyada?

Bizde olsaydı, herkes tıka basa yer, hesabı uyanık olmayan gariban birinin üzerine yükler kaçarlardı. Diğerleri geğirip yediklerini sindirirken, ödemeyi yapan zavallı ise bütün dünyanın yükü omuzlarında oflaya puflaya bir ay boyunca kabuğuna çekilir, o açığını telafi etmeye çalışırdı. Bu tabloya bakarak bile gelişmiş memleketlerin nasıl yüksek değerlere sahip olduğunu görmek mümkündü. Bir de ağzı sarımsak kokan geri zekâlılar; “Alman usulü…” diyerek güya tiye alırdı Garp harsını, şimdiki ifadeyle Batı kültürünü. Gel de sinirlenme! Kendimizin işe yarar bir şeyimizin olmadığını, kokuşmuş eski ananevî alışkanlıkları, zoraki devam ettiren zavallı, beceriksizler topluluğu olduğumuzu göremeyecek kadar da kördük. Gençlerin gözleri, şu veya bu şekilde açılmıştı, biz de başkalarını körlükten kurtarmak istiyorduk.

“Nasıl susayım?” diyordum, o günkü anlayışımla! Bu milletin başının en büyük belası, sömürü sistemiydi. Bu ne demekti? Birisi kelle koltukta çalışır, bütün aile toplanır, hiç sıkılmadan onun getirdiklerini yerdi. Böyle bir eşitsizliği görüp de Avrupaî olmamak ahmaklık değil de ya neydi?

Ara sıra yaşları ilerlediği için annemi, babamı ziyarete gider, onlara da “HUZUREVLERİNİ” tavsiye ederdim. Geri, yobaz kafalı olduklarından ikna etmek kolay olmazdı.

Velhasıl işim zordu. Tanju ise ailesine daha düşkündü. Benim “Kimseye gitme, görüşme” ısrarlarıma rağmen fırsat buldukça, seyrek de olsa anacığını ziyarete gidiyordu. Bu kadar modern bir gencin tavizkâr olduğuna şaşar, yeri geldiğinde çağ dışı olanlara taviz vermekle suçlardım. O da duymazlıktan gelir, gizli aşikâre bildiğini okurdu. DEVAMI YARIN

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp