Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

14/06/2019

“Doğan’ımla alâkalı bir işaret olmalı bu rüya!..”

Kızıl testiyi kafasına dikti lıkır lıkır. Susuzluğu geçince sedire uzandı Gülşah...
 
 
Uzun bir rüya idi... Her nedense akrabaları gibi buranın adamları da onu tanıyordu. Atını aldılar. Hürmette kusur etmeden üst katlara, kule gibi bir odaya çıkardılar Doğan'ını...
“Biraz dinleneceğim. Güneş sarı ışıklarını göstermeden beni uyandırın!” diyordu hizmette ve ikramda yarışanlara. Ne olursa olsun, her gelen yolcuya kalabilecekleri sıcak bir yer, nefis yemekler çıkarmak âdettendi ve sağlam gelenekti buralarda. Bu durumu gayet iyi bilen Gülşah Hanım:
“Hiçbir şey istemem. Bana biraz ayran getirin… Doğan’ım da konak yerlerinde hep öyle yaptığını söylerdi…” dedi. Getirip bıraktıkları kızıl testiyi kafasına dikti lıkır lıkır. Susuzluğu geçince sedire uzandı. Gözlerini kapadı. Ama uyuyamadı. At üzerinde gelen uykusu, böyle hareketsiz kalınca kaçıyordu. İki yanına döndü. Başlığını çıkardı. Kemerini gevşetti. Tam Doğan Beyini göreceği sırada birdenbire sıçradı. Göğsünün üzerine sıkıştırdığı sevdiği erkeğe ait fildişi saplı kama, alev almış yanıyordu. Elini götürdü. Hayır!.. Tuhaf bir şey! Rüya içinde rüya. Kama yerinde duruyordu. Yeniden daldı. Düşünde kamanın eriyerek kan olduğunu, sonra tufan olup dalgasının kızıl volkanlar hâlinde bütün vücudunu sardığını, saçlarını tutuşturduğunu görüyordu. Korkuyla sıçradı. Uyandı kan ter içinde. Hiçbir tehlike karşısında düzenini bozmayan Gülşah Hanım’ın yüreği şimdi daha hızlı çarpıyordu.
“Hayırdır, inşâallah...” deyip, oturdu. Tövbe istiğfar etti defalarca. Bulunduğu yerden sağına, soluna döndü. Üç İhlâs, bir Fatiha okuyarak büyüklerin ruhuna bağışladı. Titreyen elini zar zor kamaya götürdü. Yerindeydi koyduğu gibi. Yavaşça tuttu ve gayri ihtiyârî geri çekti. Ocağın üzerindeki kandilin titrek ve sönük aydınlığı içinde dikkatlice baktı. Üstüne sardığı çevreyi çekip çıkardı. Bu, kırmızı kadifeden bir kılıftı aslında. Yanlamasına “Sevgili Gülşah’ıma…” diye yazıyordu.
Dikkat etti bütün benliğiyle. Yazıyı öpüp başına koydu edeple. Terden sırılsıklamdı. Gördüklerinden olsa gerek başı dönüyordu. “Acaba bu rüyalarım neye alâmetti?”
Kendisini dehşete düşüren kırmızı ateşler içindeki kama, tutuşan bedeni, ya bu kanlı dalgalar, uçsuz bucaksız tufan da neyin nesiydi? “Kesinlikle Doğan’ımla alâkalı manevi bir işaret!..” diye inledi.
Çünkü harp çıkmak üzereydi ve sınıra dayanmıştı düşman. Haydutlar iyice azıtmış, köyleri yağmalıyor, çoluk çocuk yakaladıklarını ya öldürüyor ya da esir edip köle olarak satıyorlardı sağa sola. Bunlardan mutlaka bir hesap sorulacaktı. Ordu eğitimini artırmış, cephane hazırlanmış, askerin, leşkerin geçeceği köprüler onarılmış, yenileri yapılmış, yollar düzeltilmişti. Yapılan bunca hazırlık birçok şey ifade ediyor olmalıydı.
“Ama hayır! Bu sıradan bir rüya değil! Mühim, pek önemli şeylere delâlet ediyor…” diyerek başını salladı. Fena hâlde rahatsızdı. Başkalarını rencide etmeyen, kendisini sarsan şey acaba ne olabilirdi? Kamayı tekrar çevreye sardı. Koynuna koyacaktı. Göğsü, görünmez bir baskı altında ezim ezim eziliyordu derinden. DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp