Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

12/04/2022

“Baba hazretleri; bir şeyini görmedim ki ders alayım…”

Hasan Baba: “Hafız evladım; gel müridim ol. Burada birkaç talebem var, onların başına geç, sahipsiz kalmasınlar…” 
 
Çocuklarına Seyyid Hasan Baba'yı anlatıyordu Hafız Lütfü:
-Bir yemek esnasında Hasan Baba bana baktı: “Hafız evladım; gel sana ders vereyim, müridim ol. Burada birkaç talebem var, onların başına geç, zikir yaptır, gafil olmasın, sahipsiz kalmasınlar…” Çok şaşırdığım gibi fena bir cahillik de yaptım. Hâlâ aklıma gelince yüzüm kızarıyor. Nerden icap ettiyse; hem muziplik olsun, hem de “bak ben de bağlanılacak yerin nasıl olabileceğini biliyorum…” edalarında: “Baba hazretleri; senin bir şeyini görmedim ki ders alayım…” dedim. Buz gibi bir hava esti. Babacığım sadece sağa sola başını sallıyor, kendi kendini yiyordu. Hasan Baba, şanına yakışır bir vakar, engin sabrı ve büyüklüğüyle sadece tebessüm etmekle yetindi.
-Eee! Başka bir şey demedi mi?
-Ne desin mübarek? Onlar sıradan; sen, ben gibi dünya ehli değiller ki; gönül adamı! Benim cahilliğim ortaya çıkınca gayet mütebessim buyurdular ki: “Öyle ya benim neyimi gördün ki gelip ders alasın?” dedi, yemeğine devam etti, hiçbir şey olmamış gibi. Bu hareketime babam fena üzüldü. Belli etmesem de çok yanlış yaptığımı anlamıştım…
Hiçbir şey olmamış gibi yemekler yendi, sofrayı kaldırdım. Babam; “Hafız oğlum misafirimizin atını hazırla getir, mezarlıkları geçene kadar da uğurla” deyince hemen fırladım. Atı alelacele tımar ettim, eyerini vurdum, kolanlarını sıkıştırdım, getirdim. Baba hazretleri, binmedi. At benim yedeğimde Hoşov köyünün önündeki bayırı birlikte çıktık. Yol boyunca içimden “Acaba ders alsam mı, almasam mı?” diye durmadan tekrarlıyordum. Tepeye çıkınca; “Hafız oğlum yeter, zahmet çektin, hakkını helâl et. Buradan sonrası düz, ata biner giderim, sen de geri dön…” buyurdu, ben de ikiletmedim. Atın gemini aldı ama hemen binmedi. Biraz daha yürüdü. Bulunduğum tepeden o mübareği seyrediyordum, istesem de hemen geri dönemiyordum. Biri beni tutuyor gibiydi, öylesine peşi sıra baktım. Tahminime göre otuz kırk adım ilerlemişti, ben ise içimden hâlâ; “Alsam mı, almasam mı?” diye söylenip duruyordum ki, birden geri döndü: “Hafız; ister al, ister alma!” dedi, ata bindiği gibi hızla uzaklaştı. Ufukta kayboluncaya kadar çakılıp kaldım. Bin pişman eve döndüğümde babacığımın yüzüne bakamıyordum. Üstelik açık kerametini görmüştüm ve fırsatı kaçırmıştım. O gece geç saatlerde uyudum. Bir rüya ki, aman Allah’ım ne rüya:
-İyice meraklandık baba…
-Haklısınız! Merak edilecek kadar çocuklar…
Rüyamda bir odanın içindeyim. Hiç kapısı, penceresi yok. Dört tarafı düz ve oldukça yüksek duvar. Dışarı çıkmak imkânsız gibi görünüyor. Ta tepede küçücük bir pencerecik var. Düz duvara tırmanıyorum bütün kuvvetimle ki o pencereden dışarı çıkayım. Ne mümkün! Biraz tırmanıyorum, elimi uzatıyorum pencereye, pat diye kayıp yine dibe düşüyorum. O kadar uğraştım, takatim kesildi. Artık ümidim falan kalmadı. “Öleceğim ve burası da benim kabrim galiba…” diyordum ki; o pencere gibi görülen yerden Hasan Baba’nın o müşfik sesini duydum. “Hafız, ver elini çekeyim…” diyordu, o kalpleri okşayan, babacan tavrıyla... DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp