Top
Ragıp Karadayı

Ragıp Karadayı

ragip.karadayi.ihlas@gmail.com

03/04/2019

Şirin Bursa’ya, yüksekten kartallar gibi baktılar...

Yağmur, çamur olmasa da kalın giysiler içinde üşümemeye çalışıyorlardı...
 
Hurufi, O zaman gençti, mücadele gücü, çevresi ve adamları vardı. Şimdi ise yaşı hayli ilerlemiş, sadık adamları darmadağınık olmuştu. En mühimi ise, dünyayı sarsan bir güçle karşı karşıya kalmasıydı. Üstelik eski gençliği ve hırsı da kalmamıştı artık. Zaten böyle yaşasa da birkaç seneye varmaz öte tarafa gidiverecekti. Bari fazla sürüm sürüm olmadan, rezil rüsva edilmeden ölseydi daha iyi değil miydi?
Hurufi, içinde bulunduğu duruma, başını döndüren bu çıkmaza, yol boyunca çözüm aradı. Aklına gelen her şey cılız, zayıf şeylerdi. Bir türlü istediğini bulamadı. Köşeye sıkıştırılmış uyuz köpek gibi uludu. İşitilmedik küfürler savurdu. Yol yorgunluğundan mı ne sonra sustu. Bu sefer de hayvanın üzerinde bildiği ağıt ve türküleri avazı çıktığı kadar söylemeye başladı. Yolcular birbirlerine bakıyor; “Kafayı yedi!” diye gülüşüyorlardı.
             ***
Osmanlı topraklarına gireli kaç gün olmuştu? Her biri göğe yükselen beyaz minarelerin süslediği, kırmızı kiremit çatılı, bir-iki katlı, bahçeli evlerin önünde temiz, bakımlı insanların kış hazırlıkları yaptığı şirin köylerden geçtiler.
Bazen tozu dumana katarak üzerlerine gelen köpekleri, bazen merkeplerine yükledikleri çuvalları değirmene götüren ak sakallı ihtiyarları, tavuklarına yem veren allı, yeşilli giyinmiş küçük kızları, çeşmeden su getiren taze gelinleri, ırmağın kıyısında çamaşır yıkayanları, ormandan odun getiren delikanlıları seyrederek yol aldılar.
Bugün mübarek cuma. Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte durmadan yürüdüler. Engebeli arazide düşe, kalka bazen at sırtında, bazen de atları yedeklerine alarak uçurumları, dik yamaçları, sel yarıntılarını aştılar.
Güneş eski gücünü kaybetmişti. Ne kadar yağmur, çamur olmasa da yine de kalın giysiler içinde üşümemeye çalışıyorlardı.
Kervanın önünde at üzerinde ilerleyen Doğan Bey, elini siper ederek nihayetsiz mavi bir kubbe gibi yükselen göğe baktı. “Cuma namazına Ulucami-i şerife kavuşuruz inşallah” dedi içinden. Tırmandıkları yamacın üstüne çıktıklarında pembe sisler arasında uzayıp giden ova ve payitaht Bursa, ayaklarının altındaymış gibi ışıl ışıl parlıyordu gelenlere. Heyecanla ellerini açtı;
- İşte Bursa! dedi. Bu sesle atının üzerinde doğrulan Maria, hayran hayran ovaya, dumanları göğe yükselen şehre baktı. Gözleri kamaşmıştı sanki. İki elinin tersiyle yüzünü ovuşturdu bir daha baktı. Ne çabuk gelmişlerdi bu masal ülkesine. Atının yularını çekti. Yakındaki bir tepenin üzerine sürdü. Durdu. Etrafı doyasıya bir daha seyretti. Gözlerine inanamıyordu. Alabildiğine uzayıp giden düzlüğün Uludağ’la birleştiği hafif meyilli araziye inci gibi dizilmiş irili ufaklı evlerinden süzülen ince dumanlar, narin minarelerle yarışırcasına gökyüzüne doğru uzanıyor, sonrada eriyip kayboluyordu.
Seferden dönenler, hasret ve sevinç karışımı duygularla bir an evvel evlerine, analarına, babalarına, sevdiklerine kavuşmak istedikleri hâlde Maria’nın bu coşkusuna katılmazlık edemedi. Diğerleri de atlarını tepeye sürdü, vadiye ve onun bitiminde ufuklara kadar uzayıp giden ovaya ve uğruna nice canların feda edildiği şirin Bursa’ya, daha yüksekten, kartallar gibi baktılar... DEVAMI YARIN
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp