Top
01/12/2023

Ayrımcılığın hiç uğramadığı bir ülke miyiz?

Hemen her memlekette ülkenin tüm geçmişinin tertemiz olduğu ve neredeyse hiçbir yanlışın yaşanmadığı yolunda bir kanaat vardır. Devlet kontrolündeki zorunlu eğitimin yine devlet tarafından belirlenen müfredatında bu husus bir can meselesi olarak görülür ve mutlaka işlenir. Kaçınılmaz olarak bu yaklaşım belli ölçülerde endoktrinasyon ve dezenformasyon ihtiva etmek zorundadır.

Söz gelimi ABD’ye baktığımızda, bu dünyanın güya en demokratik ülkesinde dahi özellikle üniversite öncesi eğitimde bir endoktrinasyon sürecinin işletildiğini görmemek imkânsız. Eğitim sistemi ABD’nin tarihin gördüğü en büyük uygarlık olduğu ve tüm evrensel insani değerlerin kurucusu veya koruyucusu olduğu kanaatinin genç beyinlere aşılanmasına dayanır. Oysa ABD tarihteki en büyük katliamcılar arasında yer alır. Söz gelimi, ABD yerli halkların kıyılmasına imza attı. Milyonlarca yerliyi ya öldürerek tasfiye ya da kendi kültürü içinde asimile etti. Bu insanların topraklarını ellerinden aldı. ABD siyahlara da kötü muamele etti. Meşhur Amerikan kurucu babalarının, meselâ T. Jefferson ve G. Washington’un köle sahibi olduğu bilinmektedir. ABD’de on yıllar boyunca siyahlar insan dışı bir varlık olarak kabul edildi ve vahşi şekilde muamele gördü. Ancak, bu  konulardan ABD eğitim sisteminde ya hiç bahsedilmez ya da öylesine temas ederek geçiştirilir.

Benzer bir durum elbette Türkiye için de söz konusu. İnsanlar siyasi eğilimlerine ve ideolojik duruşlarına bağlı olarak tarihimizdeki menfi vakaları ve özellikleri görmezden gelmekte. Örneğin, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli bu haftaki parti grup toplantısında yaptığı konuşmada tarihimizde etnik ayrımcılık örneğinin hiç görülmediği yolunda sözler sarf etti. Bu söz gerçeklerden tamamen uzak.

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en belirgin özelliği, iddia edildiği gibi toplumum tüm farklılıklarıyla kucaklanmasından ziyade siyaseten tanımlanmış olan ideal birey ve mükemmel toplum oluşturma hedefi adına ve uğruna toplumun her kesiminin ve kamusal hayatın hemen her yönünün yoğun müdahaleye maruz bırakılmasıdır. Bu çerçevede, meselâ, Kürt nüfusun özellikle Kürtçe konusunda sistematik bir ayrımcılığa maruz kaldığı söylenebilir. Cumhuriyetin ilk yıllarında çıkarılan bir kanunla Kürtçe konuşmak yasaklandı. Bu akla, mantığa, adalete ve hakkaniyete aykırıydı; çünkü bütün diller insanlar aracılığıyla Allah tarafından yaratılır ve herhangi bir dünyevî otoritenin insanları şu veya bu dili kullanmaktan menetmesi tüm insan hak ve hürriyetlerine aykırıdır. Bunun ne kadar dehşet verici bir durum olduğunu anlamak için ana dilimizin yasaklanması durumunda neler hissedeceğimizi ve düşüneceğimizi hayal etmek kâfidir.

Bu yasak aynı zamanda insanlar arasında yapılan dehşet verici bir pozitif ve negatif ayrımcılıktır. Pozitif ayrımcılık Türkçeye negatif ayrımcılık ise Kürtçeye yapılmış olmaktadır. Ne yazık ki böyle korkunç bir yasak getirildi ve uygulanmaya çalışıldı. Bu, doğal olarak, Kürtçenin toplumsal hayattan silinmesi anlamına gelmedi, çünkü milyonlarca insan başka dil bilmiyordu ve Kürtçeyi kullanmaya devam etti. Ama Kürtler kamusal hayattan dışlandı. Kürtçe müzik yapılamaz hâle geldi. Kürtçe yayın organları ortaya çıkamadı. Bu yasaklar AK Parti iktidarlarına kadar devam etti ve ancak birkaç yıl önce kaldırılabildi.

Bahçeli Kürtçe yasağını bilmiyor mu yoksa önemsemiyor mu? Doğrusunu söylemek gerekirse bu konuda bir fikrim yok. Ancak, tavrı tamamen hayalci, gerçeklerden kopuk. Maalesef bu tavır ülkenin gerçek problemlerini teşhis etmeyi ve onlara ilişkin çözüm önerileri geliştirmeyi zorlaştırıyor. Toplumu, garip şekilde, kendi kendisini yerli yersiz över ve hayaller âleminde gezer hâle getiriyor. Bu yüzden, özellikle siyasi liderlerin, bu gibi konularda bir söz sarf ederken çok dikkatli olmasında büyük fayda var.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp