Top
22/12/2023

İsrail işgalci değil mi? -2

Önceki yazımda da belirttiğim üzere, İsrail’in varlığını ve Filistinlilere yaptığı muameleleri haklı göstermekte kullanılan ikinci tez şu: Bölgede binlerce yıl önce Yahudiler yaşamış ama o topraklardan günün egemen güçlerince sürülmüşlerdi. Dolayısıyla, bu topraklar aslında Yahudilere aittir. Bu tez bir dinî iddia ile de -en azından bazılarının nazarında- güçlendirilmekte. Yahudilerin kutsal kitabı Tevrat’ta söz konusu toprakların Yahudilere vadedildiği öne sürülmekte. Nitekim İsrail’e sonsuz ve sınırsız destek veren örneğin Amerikan Evanjelik Hristiyanları ile dindar Yahudiler bu görüşü paylaşmakta.

Tarihe baktığımızda pek çok yerde ve zamanda işgal ve sürgün vakaları görüyoruz. Bu bize insanların melek olmadığını ve zaman zaman büyük haksızlıklar yapıldığını gösteriyor. Ancak, haksızlıkları onarma çabasında ne kadar geriye gidebiliriz? Çok eskiye gidilmesi haksızlıkları gidermeye mi yoksa yeni haksızlıklar yapılmasına mı yol açar? Asıl tartışılması gereken konu bu. Başka bir deyişle, ne kadar eskiye dönmek makul, mutedil ve gerçekleştirilebilir? Bu konularda harika bir çalışmaya imza atmış olan Allen Buchanan’ın Secession adlı eserindeki görüşlerden yararlanabiliriz. Buchanan’a göre haksızlıkları gidermek için binlerce yıl öncesine gitmek hem imkânsız hem de yanlış.

İmkânsız; zira birçok durumda vakanın gerçek boyutlarını ve failleri tam olarak tespit etmek dahi zor. Ayrıca, haksızlıkları giderme çabalarının yeni haksızlıklara, mevcut statüyü kökten ve geri dönülmez biçimde değiştirerek, vücut vermesi de mümkün. Bu yüzden, geçmişteki haksızlıklara yönelik çabalarda dikkat edilmesi gereken, haksızlıkların şahitlerinin olup olmadığı -yani haksızlıkların yapıldığı dönemlerde yaşamış insanların bulunup bulunmadığı- ve vakanın canlı ve yaygın tarihî kayıtlarının varlığı veya yokluğu... Birçok durumda böyledir. Bu da zaman bakımından üç dört nesil demektir.

Yanlış; zira binlerce yıl önce bazı topraklarda bulunmuş olmanın aynı soydan gelen topluluklara o topraklar üzerinde hak iddia etme hakkını verdiğini kabul edersek ve buna yönelik politikalar geliştirirsek dünya altüst olur. Meselâ Kızılderililer ABD'nin büyük bölümünün kedilerine ait olduğunu ileri sürebilir. Bu yüzden Allen Buchanan'ın işaret ettiği gibi, en fazla üç dört nesil öncesine gitmek makul görünüyor. Bu da İsrail'i değil Filistin’i haklı çıkarır. Çünkü Filistin’de vaka hâlâ canlı; ilk sürgünleri ve katliamları yaşayan insanların bazıları hayatta olduğu gibi yeni vaka da zamanın gelecek üç dört nesli kapsayacak şekilde uzaması anlamına gelmekte…

Bir diğer mesele dinî referanslara ne kadar itibar edilmesinin doğru olacağı. Her dinin referansları özü itibarıyla ona inananları ilgilendirir. Tevrat’a inanmayanlar için bu iddiaların bir önemi ve değeri yok. Bundan dolayı Siyonist Yahudiler işgal ettikleri toprakların kendilerine ait olduğunu ve bu yüzden onları işgal etmekten ziyade kitabın buyruğuna uygun hâle getirdiklerini iddia edebilir. Ancak, bu görüş sadece onlar için bir anlam ve kıymet taşır. Kaldı ki, günümüz dünyasında sırf teo-politik argümanlara müracaatla toprak işgalini meşrulaştırmak mümkün olamaz. O zaman, söz gelimi Müslümanların Kudüs’e verdiği dinî ve tarihî önem de bu iddiayla yarıştırılabilir…

Aslında İsrail’in son HAMAS operasyonuna kadar sinsi ve hayli başarılı bir şekilde ilerlediği söylenebilir. O kadar ki İsrail’in işgalci ve hak hukuk tanımaz bir entite olduğu gerçeği neredeyse tamamen unutulmuştu. Filistin topraklarının çoğunu zaten işgal etmiş ve Yahudileri oralara yerleştirmişti. Geri kalanlarını tasfiye etmek için de salam politikası izleyerek küçük küçük hamlelerle ilerlemekteydi. HAMAS ‘saldırısı’ ve İsrail’in vahşi cevabı İsrail’in ne olduğu ve ne yapmaya çalıştığı gerçeğinin belki de dünya gündemine bir daha hiç çıkmamak üzere girmesine sebep oldu…

Görüldüğü gibi, İsrail açıkça işgalci ve hak hukuk tanımayan bir siyasi güçtür.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp