Top
05/07/2021

Lozan, Kabotaj, Mavi Vatan “Karadan Denize Bir Bağımsızlık Öyküsü”

Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki Lozan Antlaşması'yla sadece bu topraklar yeniden vatan yapılmakla kalmadı, Lozan'da kapitülasyonların kaldırılması ve kabotaj tekeline sahip olunmasıyla bu toprakları çevreleyen bu denizler de “mavi vatan” yapıldı.

Geçtiğimiz hafta 1 Temmuz'da “Denizcilik ve Kabotaj Bayramı”nın kutlanması gerekiyordu. Ancak maalesef diğer ulusal bayramlar gibi bu bayram da geçiştirildi. Doğrusu, Lozan'a ve Montrö'ye adeta savaş açanların, Kabotaj Bayramı'na sahip çıkmasını beklemek fazla iyimserlik olur.

Oysaki kabotaj tekelinin elde edilmesi Türkiye'nin “tam bağımsızlığı” yönünde atılmış çok önemli bir adımdır.

Şöyle ki!

KAPİTÜLASYONLAR

Osmanlı, 14. ve 15. yüzyıllarda ticareti canlandırmak amacıyla Venedik, Ragusa, Cenova, Floransa gibi İtalyan şehir devletlerine, 16. yüzyıldan itibaren de Fransa, İngiltere ve Rusya gibi büyük devletlere “kapitülasyon” adlı ayrıcalıklar tanıdı. Kapitülasyonlar sayesinde yabancı tüccarlar yerli tüccarlardan daha az vergi ödemelerine karşın daha fazla ticari hakka sahip oldular. Kapitülasyonlar 17. ile 19. yüzyıllar arasında genişletilip sürekli hale getirildi. 1535'te Fransa'ya verilen kapitülasyonlar, hükümdarların sağlığında geçerli olacaktı. Öyle de oldu. Ancak 1740'ta Fransa'yla imzalanan bir ahitnameyle kapitülasyonlar “sürekli” hale getirildi. 1580'de İngiltere'ye verilen kapitülasyonlar 1675'te kesinleşti, 1838'de genişletildi, 1861'de sürekli hale getirildi. Osmanlı'nın yabancı ülkelere verdiği ticari kapitülasyonlar, zamanla dini, hukuki ve kültürel bir boyut kazandı. Öyle ki yabancılar Osmanlı'da kendi mahkemelerini kurdular, buralarda kendi hukuklarını uyguladılar, kendi dini kurumlarını kurup kendi okullarını açtılar. Kapitülasyonlar nedeniyle Osmanlı, bu yabancı mahkemelere, yabancı dini kurumlara ve yabancı okullara müdahale edemez duruma geldi.

Sonunda kapitülasyonlar Osmanlı'yı yarı bağımlı hale getirdi. Atatürk, bu gerçeği 17 Şubat 1923'te İzmir İktisat Kongresi'nin açılış konuşmasında şöyle ifade edecekti: “Osmanlı Devleti, gerçekte ve fiili olarak bağımsızlıktan mahrum bir duruma getirilmişti. Gerçekten bir devlet ki kendi halkına koyduğu bir vergiyi başkasına koyamaz, gümrüklerini, vergilerini milletin ve memleketin ihtiyaçlarına göre düzenlemesi yasaktır. Ve bir devlet ki yabancılar üzerinde yargı hakkını uygulamaktan mahrumdur, böyle bir devlete bağımsız denilemez.”

Osmanlı'da kapitülasyonlar, sadece karada değil, denizde de Türklerin elini kolunu bağlıyordu.

Kabotaj Bağımlılığı

Türk Dil Kurumu (TDK) Sözlüğü'nde “kabotaj”, bir ülkenin iskele veya limanları arasında gemi işletme işi olarak tanımlanıyor.

16. yüzyılda dünyanın en büyük deniz güçlerinden biri durumundaki Osmanlı, sonraki dönemlerde genişletilen ve süreklilik kazanan kapitülasyonlar nedeniyle yabancılara “kabotaj hakkı” vermek zorunda kalmıştı. Osmanlı, kendi denizlerinde “kabotaj tekeline” sahip değildi.
Yabancılar, kapitülasyonlar sayesinde Osmanlı'dan kopardıkları “kabotaj hakkı” ile Osmanlı limanları arasında deniz taşımacılığı yapıyorlardı. Dr. Nejat Tarakçı, Osmanlı'nın kabotaj bağımlılığını şöyle anlatıyor: “19. yüzyılın Anadolu'sunu düşünün. Kara yolları yok denecek kadar az. Üç tarafı denizlerle çevrili Osmanlı'nın sahil kasabalarına sadece denizden ulaşılabiliyor… Büyük şehirlerin haricinde elektrik yok. Bütün Anadolu gazyağı lambaları ile aydınlanıyordu… Rafineriniz yok, şekeriniz yok, kâğıdınız yok. Her şey dışarıdan geliyor. Bütün bunları yurt dışından yabancı gemiler getiriyor. Aynı zamanda içerdeki limanlara da yabancı gemiler taşıyor. Kazançları ikiye üçe katlanıyor. Aynı zamanda bütün fenerler idaresi de yabancılara verilmiş. Bütün gemilerden harç ve vergi adı altında topladıkları paraları kendi ülkelerine götürüyorlar. Neden? Çünkü sanayiniz yok, gemi inşa edemiyorsunuz. Sadece satın alıyorsunuz…” (Nejat Tarakçı, Kabotaj Bayramı Denizden Emperyalizme Başkaldırıdır, pdf)

Osmanlı'da ticaretin çoğu gayrimüslimlerin ve yabancı tüccarların elindeydi. Türkiye'de denizcilik alanındaki taşıma, limancılık, yükleme, boşaltma, yakıt su kumanya ikmali, römorkör, onarım gibi hizmet ve faaliyetleri genelde yabancılar yürütüyordu. Osmanlı, Türk denizlerinde deniz ulaştırmasının büyük bölümünü (yük ve yolcu taşıma hakkını) ve önemli limanların işletmesini yabancılara vermişti. Bu nedenle Cumhuriyet öncesinde Türkler, kendi limanlarını özgürce kullanamaz, kendi denizlerinde ticaret yapamaz duruma gelmişti.

İşte Osmanlı'da kapitülasyonlardan kaynaklanan bu “kabotaj bağımlılığına” 1923'te Lozan Antlaşması ile son verildi.

Denizsiz Türkiye Projesi

10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması'nın öngördüğü Türkiye, Anadolu'nun ortasındaki birkaç ile sıkıştırılmış küçük bir kara devletiydi. Sevr ile Türklerin denizle bağı tamamen koparılmak isteniyordu. Bu plan doğrultusunda Sevr'de, Türkiye'nin deniz kuvvetleri yok ediliyor, balıkçılık ve polis hizmeti için 7 gambot, 6 torpido dışında gemi bulundurulamayacağı belirtiliyordu. (Md. 181). Türkiye'nin savaş gemisi ve denizaltı yapması yasaklanıyordu. (Md.182,186). Türkiye'deki diğer gemilerin ve denizaltıların yok edileceği bildiriliyordu. (Md. 184) Ayrıca Sevr'de kapitülasyonların genişletileceği belirtiliyordu. (Md. 261) Yabancıların, Osmanlı limanlarını serbestçe kullanmaya devam edecekleri ayrıntılı olarak anlatılıyordu. (Md. 329-333). Kesim III'de “Deniz Ulaşımı Özgürlüğü” başlığı altında, “Kişilerin ve gemilerin dolaşımına (bazı özel durumlar hariç) hiçbir engel konmayacaktır” deniliyordu. (Md. 334). Alt-Kesim II'de “Uluslararası Limanlar” başlığı altında ise İstanbul Yeşilköy'den Dolmabahçe'ye, Haydarpaşa, İzmir, İskenderun, Trabzon gibi limanların uluslararası limanlar olacağı ve buralarda “serbest bölgeler” bulunacağı belirtiliyordu. (Md. 335). Ayrıca, “Uluslararası önem taşıdıkları bildirilen limanları, Milletler Cemiyeti'ne üye olan bütün devletlerin uyrukları, malları ve bayrakları (gemileri) kullanmakta özgürdür” deniliyordu. (Md. 336) Görüldüğü gibi Sevr Antlaşması'na göre Türkiye'nin “kabotaj bağımlılığı” artarak devam ediyordu.

30 Ağustos 1922'de kazanılan Başkomutan Meydan Muharebesi sonrasında, 1 Eylül 1922'de Başkomutan Mustafa Kemal (Atatürk)'ün, “Ordular ilk hedefiniz Akdeniz'dir, ileri” emriyle Türk orduları 9 Eylül 1922'de İzmir'e girdi. Böylece Türkler yeniden denize kavuştu. Böylece denizlerin de vatan yapılma süreci başladı.

Lozan'da Kabotaj Başarısı

Kurtuluş Savaşı sonrasında Türkiye'nin tam bağımsızlığının önündeki en büyük engel kapitülasyonlardı. TBMM'nin, Lozan'a giden İsmet (İnönü)'ye verdiği kesin talimatlardan biri, ne pahasına olursa olsun kapitülasyonların kaldırılmasıydı. Türkiye bu konuda gerekirse savaşı göze almıştı. Lozan'da Türkiye, 1914'te kapitülasyonların kaldırıldığı tezini savunurken İtilaf devletleri buna karşı çıkıyordu. Sonunda görüşmeler tıkandı, konferans dağıldı. Mustafa Kemal (Atatürk), Genelkurmay Başkanı Fevzi Paşa'ya orduyu hazırlamasını emretti. Türkiye yeniden savaşa hazırlanmaya başladı. Türkiye'nin kararlılığını gören İtilaf devletleri Lozan konferansını yeniden topladılar. Lozan'da gerçek anlamda bir “kapitülasyon savaşı” yaşandı. Uzun görüşmeler sonrasında kapitülasyonlar kaldırıldı. (Lozan, Md.28)

Cumhuriyet, 2 Temmuz 1935

Lozan'da kabotaj konusu da çok tartışıldı. Türkiye, Lozan'da kabotaj bağımlılığını kırmak istedi. Lozan'da 30 Kasım 1922 tarihli oturumda Hasan (Saka), “Türkiye'nin öteki devletlerle aynı koşullar altında, kendisi için ticaret özgürlüğü istemekte olduğunu” söyledi.

İsmet (İnönü) de 12 Temmuz 1923'te, Uşi Şatosu'nda, kabotaj konusundaki anlaşma şartlarının şunlar olduğunu bildirdi: 1. Kabotaj tekeli, Ticaret Sözleşmesi onaylanmadan uygulanmayacaktır. 2. Yabancı gemilere 1923 Aralık ayı sonuna kadar kabotaj izni verilecektir. Lozan'da Türk heyeti, kabotaj ve liman hizmetleri konusunda şu tasarıyı sundu: “Kabotaj ve liman hizmetleri (Lozan) Barış Antlaşması ile Ticaret Sözleşmesi'nin yürürlüğe giriş tarihinden başlayarak Türk bayrağının tekelinde olacaktır. 1 Ocak 1923'te Türkiye'de kabotaj yapan, liman hizmetleriyle uğraşan (yabancı) işletmelerin faaliyetleri, anlaşmanın yürürlüğe konuluşuna kadar ve en geç 31 Aralık 1923 tarihine değin tamamıyla serbest bırakılacaktır.” Ayrıca Lozan'da kabotaj hakkı konusunda İsmet (İnönü) ile İtalyan, Fransız ve İngiliz temsilci heyetleri arasında karşılıklı mektuplar alınıp verildi. Türkiye, söz verdiği tarihlere kadar “kabotaj yasağı” koymayacağı konusunda bu ülkelere güvence verdi. Sonunda İtilaf devletleri, yukarıdaki Türk teklifini kabul etiklerini bildirdiler.

Çok açıkça görüldüğü gibi Lozan'da, 1 Ocak 1923 itibarıyla Türk limanlarında kabotaj hakkını kullanan yabancı ülkelerin, en geç 31 Aralık 1923'e kadar bu haktan yararlanacakları bildirilmiştir ki, bu, o tarihten sonra Türkiye'nin, yabancılara tanınmış kabotaj hakkına son vererek “kabotaj tekeline” sahip olacağı ve yabancılara “kabotaj yasağı” koyabileceği anlamına gelmektedir.

Tan, 2 Temmuz 1935

24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması'na ek 24 Temmuz 1923 tarihli Ticaret Sözleşmesi'nin 9. maddesinde şöyle denilmiştir: “Türkiye, öteki bağıtlı devletlerden her birine karşı ve öteki bağıtlı devletlerden her biri de Türkiye'ye karşı balık avcılığını, deniz kabotajını, -başka bir deyimle, ulusal ülkesinin bir limanından alınan malların, aynı ülkenin bir başka limanına deniz yolundan taşınmasını- ve liman hizmetlerini –başka bir deyimle, çekme (remorquage), kılavuzluk ve ne nitelikte olursa olsun her türlü iç hizmetleri –kendi ulusal bayrağının tekelinde tutma hakkını saklı bulundurmaktadır.” Böylece Türkiye, yüzyıllarca devam eden kabotaj bağımlılığından Lozan'da kurtuldu. Lozan, sadece karada değil, denizlerde de tam bağımsızlığı sağladı.

Türkiye'nin “kabotaj tekelini” uygulayabilmesi için öncelikle kapitülasyonların kaldırılması kararının yürürlüğe girmesi, bunun için de Lozan Antlaşması'nın 143. maddesi gereğince anlaşmanın onaylanması gerekiyordu.

Türkiye, Lozan Antlaşması'nın onaylanması sonrasında da -yeterli teknolojik altyapıya ve yeterli sermayeye sahip olmadığı için- bir süre daha yabancı bayrak taşıyan gemiler için “kabotaj yasağını” uygulamaya koymadı. Hatta kabotaj yasağından sonra da bazı özel şartlarla bazı yabancı ülkelere bazı izinler verdi.

TBMM, 19 Nisan 1926'da 815 sayılı “Kabotaj Kanunu”nu kabul etti. Kabotaj Kanunu, 1 Temmuz 1926'da yürürlüğe konuldu. Bu kanunla Türk kıyılarında yabancı bayrak taşıyan gemilerin kabotaj seferleri ve yabancıların liman hizmetleri yasaklandı. Türk kıyılarında deniz taşımacılığı, limanlar, yükleme, gemi işletmeciliği Türk vatandaşlarına verildi.

29 Mayıs 1926 tarihli ve 865 sayılı “Ticaret Kanunu” kabul edildikten sonra 13 Mayıs 1929 tarihli ve 1440 sayılı kanun ile Ticaret Kanunu'na “Deniz Ticareti” başlıklı İkinci Kitap eklendi. Böylece “kabotaj tekeli” daha açık biçimde tanımlandı.

Türkiye Cumhuriyeti, “milli ekonomi” politikası kapsamında, Osmanlı'da yabancıların kapitülasyonlardan yararlanarak ele geçirdikleri ticari işletmeleri, limanları, fenerleri -Lozan'da kapitülasyonların kaldırılması sayesinde- 1930'larda yabancılardan satın alıp millileştirdi (devletleştirdi).

Kabotaj Kanunu'nun kabul edildiği yıllarda askeri ve ticari filomuz yoktu. Kabotaj tekeli sonrasında askeri ve ticari gemiler satın alındı ve yeni gemiler inşa edildi. Böylece Kabotaj Kanunu sayesinde Türkiye'de denizcilik altyapısı ve deniz işletmeciliğinin temeli atıldı. Atatürk, donanma, deniz taşımacılığı ve su sporlarına büyük önem verdi. Bir deniz kültürü oluşturmak istedi.

Türkiye'nin “kabotaj tekeline” sahip olması ilk kez 1 Temmuz 1935'te “Denizcilik Bayramı”, 1 Temmuz 1939'da da “Denizcilik ve Kabotaj Bayramı” olarak kutlandı.

Sonuç olarak diyeceğim o ki, Kurtuluş Savaşı ve sonrasındaki Lozan Antlaşması'yla sadece bu topraklar yeniden vatan yapılmakla kalmadı; kapitülasyonların kaldırılması ve kabotaj tekeline sahip olunmasıyla bu toprakları çevreleyen bu denizler de Cem Gürdeniz'in ifadesiyle- “mavi vatan” yapıldı.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp