Top
03/10/2022

Abdülhamit’ten Vahdettin’e “Geçmişi Yeniden İnşa Etmek”

Bugün Yeni Osmanlıcı ve Siyasal İslamcı hayallerle tarihi tersyüz edenlerin, geçmişi yeniden inşa etmeye kalkanların, tarihi gerçeklerin değiştirilemeyeceğini; geçmişin yeniden inşa edilemeyeceğini bilmeleri gerekir

Bu sayfada daha önce de yazdım. AKP iktidarı, “Yeni Türkiye” dediği yapıya yeni bir tarih yazıyor. Bu doğrultuda tarihi gerçekler çarpıtılıyor. “Yeni Osmanlı” hayallerinden vazgeçmeyen iktidar, Osmanlı'ya ait her şeyi adeta kutsallaştırarak sahipleniyor. İktidar, kafasındaki gelecek hayaline uygun olarak geçmişi yeniden inşa etmeye çalışıyor. Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığıyla yakın tarihi çarpıtan Fesli Kadir ve Necip Fazıl'ın çarpık tarih tezlerini “resmi tarih” haline getirmek istiyor. Örneğin, geçen ay, Kurtuluş Savaşı'nda vatana, millete ihanet etmiş, bu nedenle de savaş sonrasında düşmana sığınıp ülkeden kaçmış son padişah Vahdettin'i bile sahiplendiler. Vahdettin tartışması sürerken bu sefer de AKP'li Cumhurbaşkanı Erdoğan, “II. Abdülhamit'in 33 yıl boyunca gram toprak kaybetmediğini” söyledi.

Geçmişi yeniden inşa etmeye kalkanlara, bugün bir kere daha, bunun mümkün olmadığını hatırlatacağım.

Abdülhamit'in Kaybettiği Topraklar

Abdülhamit, 1876-1908 yılları arasında padişahlık yaptı. Bu sürede çok fazla toprak kaybetti. Bu toprakların bazılarını savaşta, bazılarını savaşmadan masa başında kaybetti.

II. Abdülhamit'in kaybettiği belli başlı topraklar şöyle:

– Kıbrıs (1878)

– Teselya (1881-1897)

– Narda (1881)

– Tunus (1881)

– Mısır (1882)

– Bulgaristan (1878)

– Sırbistan (1878)

– Karadağ (1878)

– Romanya (1878)

– Doğu Rumeli (1885-1887)

– Bosna Hersek (1878)

– Niş (1878)

– Dobruca (1878)

– Kars (1878)

– Ardahan (1878)

– Batum (1878)

– Oltu (1878)

– Kağızman (1878)

– Kotur (1878)

– Girit -özerk- (1897)

II. Abdülhamit döneminde Osmanlı Balkanlarda önemli miktarda toprak kaybetti.

II. Abdülhamit, Osmanlı'nın çok ağır bir yenilgi aldığı 93 Harbi sonrasında Berlin Konferansı'nda Rusya'ya karşı İngiltere'nin desteğini almak için 1878'de Kıbrıs'ı belli bir miktar altın karşılığında “emaneten” İngiltere'ye verdi.

13 Temmuz 1878'de 64 maddelik Berlin Antlaşması imzalandı. Bu antlaşmaya göre Bulgaristan ikiye ayrıldı. Kuzeyde Osmanlı'ya bağlı Özerk Bulgaristan Prensliği kuruldu. Güneyde ise iç işlerinde serbest, başında Hıristiyan bir vali bulunan Doğu Rumeli Vilayeti kuruldu. Romanya, Sırbistan, Karadağ bağımsız oldu. Bosna-Hersek Avusturya'ya bırakıldı. Niş, Sırbistan'a bırakıldı. Dobruca, Romanya'ya bırakıldı. Kars, Ardahan, Batum, Oltu, Kağızman Rusya'ya bırakıldı. Kotur, İran'a bırakıldı. Ayrıca Osmanlı, Yunanistan'a bir miktar toprak verecekti. Ermenilerin yaşadığı illerde ve Makedonya'da ıslahat yapacaktı. Girit'te yaşayan Rumlara haklar tanıyacaktı.

Berlin Antlaşması'nın 23. maddesine göre Osmanlı, Girit'e yeni bazı ayrıcalıklar tanıyacaktı. II. Abdülhamit, 25 Ekim 1878'de Halepa Sözleşmesi'yle Giritli Rumlara çok geniş ayrıcalıklar tanıdı. 1897'de de Girit'in özerkliğini kabul etti.

Berlin Antlaşması'nın 24. maddesine göre Osmanlı, Yunanistan'a da bir miktar toprak verecekti. Yunanistan, 16-19 Temmuz 1878'de Osmanlı'ya bir nota vererek Osmanlı'dan toprak istedi. II. Abdülhamit, Yunanistan'la savaşıp bu savaşı kaybetmediği halde -Berlin Antlaşması'ndan kaynaklanan- bu toprak isteğini kabul etti. 1881'de Teselya ve Narda'yı Yunanistan'a verdi.

1897 Osmanlı-Yunan Savaşı'nı Osmanlı kazandı. Yunanistan bozguna uğratıldı. Yunan hükümeti düştü. Atina yolu açıldı. Teselya ele geçirildi. Bunun üzerine Rus Çarı araya girip II. Abdülhamit'ten savaşı durdurmasını istedi. II. Abdülhamit hemen savaşı durdurdu. Batılı büyük devletler II. Abdülhamit'e baskı yaptılar. II. Abdülhamit, 4 Aralık 1897 İstanbul Antlaşması ile Teselya'yı Yunanistan'a geri verdi.

II. Abdülhamit, 1881'de Tunus'u Fransa'ya, 1882'de Mısır'ı İngiltere'ye bıraktı. 1885-1887 arasında Doğu Rumeli'nin fiilen elden çıkmasına seyirci kaldı. 1878 Berlin Antlaşması Osmanlı'ya, Doğu Rumeli'deki Balkan Geçitlerinde asker bulundurup bölgenin güvenliğini sağlama hakkı veriyordu. Ancak II. Abdülhamit bu haktan faydalanmadı. Boş bırakılan bu bölge 1885'te Bulgaristan'la birleşti. Hükümet, Bulgaristan'a savaş ilan etmek istediyse de II. Abdülhamit bunu kabul etmedi.

II. Abdülhamit döneminde Osmanlı'nın Afrika'da ve Arap coğrafyasındaki egemenliği sarsıldı. 1887'de İngiltere Somali'yi işgal etti. 1889'da Kuveyt İngiliz himayesine bırakıldı. 1888'da Sudan İngilizlerce, Habeşistan İtalyanlarca işgal edildi. 1905'te Yemen, Osmanlı'ya isyan eden İmam Yahya'nın eline geçti.

1903-1908 arasında Makedonya yavaş yavaş Osmanlı'nın elinden çıkarak fiilen Batılı büyük devletlerin kontrolüne girdi.

Sonuçta II. Abdülhamit, sadece 1878 Berlin Antlaşması ile Osmanlı topraklarının beşte ikisini, toplam nüfusun beşte birini kaybetti. II. Abdülhamit iktidarı boyunca toplam 1.5 milyon km2'den fazla toprak kaybetti.

Vahdettin İhanet Etmedi mi?

Padişah Vahdettin'in, düşmana karşı silahlı direnişle ülkeyi kurtarmak gibi bir planı yoktu. Onun kendini kurtarma planı, İngiliz merhametine sığınmaktı. Öyle ki, 30 Mart 1919'da, Türkiye'nin yönetimini 15 yıllığına İngiltere'ye bırakmayı bile teklif etmişti.

Mustafa Kemal, 9. Ordu Müfettişi olarak 19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkıp da –Saray Hükümetinin kendisine verdiği görevin tam tersine– milli direnişi körükleyince -İngilizlerin isteği ile- İstanbul'a geri çağrıldı. Geri dönmeyince, Padişah Vahdettin, 8-9 Temmuz 1919 gecesi Mustafa Kemal'i 9. Ordu Müfettişliği görevinden aldı. Bunun üzerinde Mustafa Kemal de askerlikten istifa ederek sine-i millete döndü.

Saray, İngilizlere yaranıp kendini kurtarma politikası gereği Milli Harekete karşı var gücüyle saldırıya geçti. 5 Nisan 1920'de kurulan 4. Damat Ferit Hükümeti -Prof. Dr. Sina Akşin'in deyişiyle- Milli Mücadele'ye karşı bir iç savaş başlattı.

“VATANINA, MİLLETİNE, DİNİNE SON İHANETİNİ GÖSTEREN VAHDETTİN”in Malaya ile Malta'ya sevk edildiği belirtiliyor. Haberin devamında “İNGİLİZ HİMAYESİNE” giren Vahdettin'e “MENFUR” (nefret edilen) deniliyor. Vahdettin'in Said Mollalar gibi “FİRAR ETTİĞİ” belirtiliyor. (Tevhidi Efkâr, 19.11.1922)

Sarayın Şeyhülislamı Dürrizade Abdullah 11 Nisan 1920'de, -padişahın onayıyla- “Kuvayı Milliyecilerin katli vaciptir” fetvasını yayınladı.

Sadrazamı Damat Ferit,11 Nisan 1920'de, -padişahın onayıyla- Milli Hareketi, “fitne” ve “fesat”, Kuvayı Milliyecileri de “isyancılar” diye adlandıran bir hükümet bildirisi yayınladı.

Padişah Vahdettin de 11 Nisan 1920'de yayınladığı bir hattı hümayunla Milli Hareketin ülkeye zarar verdiğini anlattı.

Milli Mücadele karşıtı Şeyhülislam fetvası, hükümet beyannamesi ve padişah hattı hümayunu, üçü bir araya getirilerek gazetelerde yayınlandı. Ayrıca basılıp İngiliz uçaklarıyla Anadolu'ya atıldı.

Saray Hükümeti, 8 Nisan 1920'de -padişahın onayıyla- Anzavur'a “paşalık” verip onu Anadolu'da Kuvayı Milliyecilerin üzerine saldırttı. Anzavur kuvvetleri, 23 Mayıs 1920'de Adapazarı'nda Milli Kuvvetlere yenilip dağıldı. Adapazarı kurtarıldı.

Saray Hükümeti, 18 Nisan 1920'de Kuvayı Milliye'ye karşı, doğrudan doğruya Padişah Vahdettin'e bağlı paralı ordu Kuvayı İnzibatiye (Halifelik Ordusu) kurdu. 14 Haziran 1920'de Kuvayı İnzibatiye, İzmit'te, Kuvayı Milliye'ye saldırdı. Yenildi. Askerlerin bazıları İstanbul'a döndü, bazıları Kuvayı Milliye saflarına geçti.

Saray Hükümeti, 28 Nisan 1920'de Milli Mücadele'yi etkisiz hale getirmek için “Anadolu Fevkalade Müfettişi Umumiliği”ni kurdu.

İstanbul'da kurulan saray mahkemesi Divanı Harbi Örfi, 11 Mayıs 1920'de Mustafa Kemal ve bazı arkadaşlarının, 24 Mayıs 1920'de Fevzi Paşa'nın, 6 Haziran 1920'de İsmet Paşa ve bazı Kuvayı Milliyecilerin, 14 Temmuz 1920'de Refet (Bele) ve 63 subayın gıyaben idamlarına karar verdi. Bütün bu idam kararlarını Padişah Vahdettin onayladı.

10 Ağustos 1920'de Saray Hükümeti, –padişahın da kabulüyle– Türkiye'yi paramparça eden Sevr Antlaşması'nı imzaladı. TBMM, bu antlaşmayı imzalayanları “vatan haini” ilan etti.

Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit, Kurtuluş Savaşı'nın başından sonuna kadar vatanını savunan Türk milletiyle birlikte değil, işgalci İngilizlere birlikte hareket ettiler. Sarayın kışkırtmaları sonunda Anadolu'da Milli Mücadele'ye karşı çok sayıda padişahçı, hilafetçi iç isyan çıktı. Mustafa Kemal, dış düşmanla savaşmadan önce sarayın çıkardığı iç savaşı bastırmak zorunda kaldı.Saray Hükümeti; Padişah Vahdettin ve Sadrazam Damat Ferit, Kurtuluş Savaşı'nda vatana, millete ve hatta Osmanlı'ya ihanet ettiler. Bu ihanetlerinin hesabını veremeyecekleri için de İngilizlere sığınıp ülkeden kaçtılar.

Atatürk'ün, Vahdettin Hakkındaki Düşünceleri

Atatürk, açıkça Vahdettin'in “hain” olduğunu belirtmişti.

Atatürk, daha Kurtuluş Savaşı devam ederken, 25 Eylül 1920'de TBMM, gizli oturumunda Vahdettin için şunları söylemişti:

Bugün bu makamı işgal eden zat, bu millet ve memleket için hain bir adamdır. (Alkışlar). Müsaade buyurunuz beyim ‘hain' bir adamdır. (Alkışlar, bravo, sedaları)” (TBMM Gizli Celse Zabıtları, C.1, s. 135-136)

Atatürk, daha sonra 15-20 Ekim 1927 tarihleri arasında okuduğu Nutuk'ta da Vahdettin'in “hain” olduğunu söylemişti.

“Millet ve ordu, padişahın ve halifenin ihanetinden haberdar olmadığı gibi o makama ve o makamda bulunana karşı da asırların köleleştirdiği dini ve ananevi rabıtalarla bağlı…”

Vahdettin'in İngilizlere sığınıp ülkeden kaçması üzerine Atatürk, Vahdettin'i şu ağır ifadelerle eleştirmişti:

“Vahdettin gibi özgürlüğünü ve canını kendi milleti içinde tehlikede görebilecek kadar adi bir mahlûkun bir dakika dahi olsa bu milletin başında bulunduğunu düşünmek ne hazindir.”

“Şayanı teşekkürdür ki, bu alçak, mevrus saltanat makamından millet tarafından ıskat olunduktan sonra denaetini (alçaklığını) tamamlamış bulunuyor…”

“Aciz, adi, his ve idrakten mahrum bir mahlûk, kabul eden herhangi bir ecnebinin himayesine girebilir. Fakat böyle bir mahlükun bütün İslamların halifesi sıfatını taşıdığını söylemek elbette doğru değildir.” (Atatürk, Nutuk/Söylev, TTK Yayını, Ankara, 1989, s. 14,924-925)

★★★

Gerçek şu ki, Vahdettin, tarihin vicdanında yargılanmış ve mahkûm olmuştur. Vahdettin, sonradan Kemalistlerce değil, daha Kurtuluş Savaşı devem ederken TBMM tarafından “hain” ilan edilmiştir. Atatürk, Vahdettin'i “hain, alçak, sosysuzlaşmış yaratık” gibi çok ağır ifadelerle eleştirmişti. “Hiç toprak kaybetmeyen II. Abdülhamit” ise bir tarihi gerçek değil, sadece bir dizi kahramanıdır. II. Abdülhamit, iktidarı boyunca yaklaşık iki Türkiye kadar toprak kaybetmiştir.

Bugün Yeni Osmanlıcı ve Siyasal İslamcı hayallerle tarihi tersyüz ederek geçmişi yeniden inşa etmeye kalkanların, tarihi gerçeklerin değiştirilemeyeceğini; geçmişin yeniden inşa edilemeyeceğini bilmeleri gerekir.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp