Top
Murat Yeşiltaş

Murat Yeşiltaş

yesiltas@sakarya.edu.tr

24/02/2024

Küresel Güvenlikte Kaybet-Kaybet Döngüsünden Nasıl Çıkılır?

Günümüz dünyası, hızla değişen güvenlik dinamikleri ve artan jeopolitik rekabetle karşı karşıya. Özellikle COVID-19 pandemisiyle birlikte hızlanan ve biçim değiştiren söz konusu rekabet, Rusya'nın Ukrayna'yı işgali ve İsrail'in Gazze'deki saldırıları sonrası derin bir güvenlik krizini de ortaya çıkardı. Üstelik bu kriz, geleneksel askeri çatışmaların uluslararası siyaseti şekillendiren temel bir örüntü olarak geri dönmesiyle sınırlı değil. Teknolojinin giderek artan önemi, yapıcı olduğu kadar yıkıcı olan tarafı, iklim değişiminin neden olacağı olası geniş çaplı krizler, küresel ekonomide yaşan sistemik değişim ve dünya nüfusunun her geçen gün artması, sistemik düzeyde bir kaygı döneminin içinde olduğumuzu bize gösteriyor.

Buna karşılık Birleşmiş Milletler (BM) dahil birçok uluslararası örgüt krizleri önleme konusunda etkinliğini yitirirken, küresel ölçekli derin bir meşruiyet krizi ortaya çıkmış durumda. BM Genel Sekreteri António Guterres'e göre, "Küresel barış konularının ele alındığı ana platform olan BM Güvenlik Konseyi jeopolitik farklılıklar nedeniyle kilitlenmiş durumda. Bu Konsey'de ilk kez yaşanan bir bölünme değil. Ancak bu seferki en kötüsü. Mevcut işlevsizlik daha derin ve daha tehlikeli". Soğuk Savaş döneminde sözde iyi işleyen mekanizmaların süper güç ilişkilerinin yönetilmesine yardımcı olduğunu söyleyen Guterres, günümüz çok kutuplu dünyasında bu tür mekanizmaların bulunmadığına inandığını belirterek, "Dünyamız bir kaos çağına girmiştir" ifadesini kullanıyor.

Guterres'in ifadesi gerçekten çarpıcı ve bir o kadar da gerçekçi. Zira son 24 ayda küresel ölçekte irili ufaklı 78 aktif silahlı çatışma ortaya çıkmış durumda. Bunların bir kısmı ateşkes ilan edilen çatışmalarken bir kısmı da tamamen yeni başlamış çatışmalar. Dolayısıyla Soğuk Savaş sonrası dönemin en çatışmalı süreçlerinden birini yaşadığımız çok açık.

Küresel sistemin nereye doğru evrildiğinin belirsizliğini koruduğu, muğlaklıkların arttığı ve küresel risklerin çeşitlendiği bir dönemde Batı'nın stratejik kodlarını, kendini nasıl konumlandırdığını ve kendisi dışındaki stratejik süreçleri nasıl gördüğünü anlamak için Münih Güvenlik Konferansı oldukça önemli ipuçları sunuyor. Hatırlanacağı üzere 2007 Münih Güvenlik Konferansında Rusya Devlet Başkanı Putin'in yaptığı konuşmada Amerikan merkezli tek kutuplu uluslararası sisteme karşı ürettiği argümanlar sadece Rusya'nın küresel siyaset sahnesine yeniden dönmesinin başlangıcı olmamış, aynı zamanda çok kutupluluk tartışmalarının hızlanmasını beraberinde getirmişti. Konferans'ın ana vurgusu Rusya'nın Ukrayna'da kazanmasına imkân vermeyecek ölçüde Ukrayna'nın askeri olarak desteklenmesiydi. Ukrayna'da yaşanacak olası bir Rus zaferi Soğuk Savaş sonrası oluşan jeopolitik statükonun geri dönmesi anlamına dahi gelebilir. Bu durum Avrupa'nın en büyük korkusu.

Münih Güvenlik Raporu bu yıl, "Kaybet-Kaybet?" başlığı altında, uluslararası toplumun karşılaştığı zorlukları ve bu zorlukların üstesinden gelmek için atılması gereken adımları inceliyor. Soğuk Savaş'ın sona ermesinden bu yana dünya, daha barışçıl bir geleceğe doğru ilerleyeceği yönünde bir umuda sahipti. Ancak bu iyimser beklenti, giderek artan bir hayal kırıklığına dönüştü. Özellikle Amerikan stratejik öngörülerinin hiçbiri gerçekleşmedi. Neydi peki onlar? Amerikan stratejik topluluğuna göre büyük güç rekabeti sona ermişti ve ABD'ye meydan okuyacak başka bir gücün ortaya çıkması ya mümkün olmayacak ya da ABD bunu engelleyecekti. Liberal ekonomi alanını genişletecek ve Çin gibi komünist sistemleri dönüştürecek, onlar da neo-liberal uluslararası düzenin uysal aktörleri olacaktı. Son olarak demokrasi genişleyecek ve derinleşecekti. Fakat her üç okuma da doğru çıkmadı.