Top
14/02/2014

Yıldırım'dan anladıklarım

Tabii ki Tarafsız Bölge’yi izledim. Programın uzunca bir bölümünün yargılama sürecine ayrılması da çok doğaldı. Tarafsız Bölge müdavimi olup da şike süreciyle ilgilenmeyenlere seslenmesi bakımından Aziz Yıldırım stüdyodan çok memnun ayrılmıştır. Programın sonunda yaşadığı duygusal anlar da bunun kanıtı. İzlemeyenler için özet yapacak değilim. Hatırlarsanız, 24 Ocak 2014 tarihli yazımda Başbakan’ın, Yargıtay kararının yerel seçimlerden önce açıklanmasını anlamlı bulduğunu aktarmıştım. O açıklamada şu iki cümlenin altını çizmiştim: “Bütün bunlar zihin bulandırmaktan başka bir şey değil. Şu ana kadar yargıdaki o paralel yapının ince hesaplar atmak suretiyle böyle bir şey yaptığına inanıyorum.”

İşte Aziz Yıldırım, bu tespiti de arkasına almanın rahatlığı içindeydi, program boyunca. Mağduriyetine meşruiyet kazandırmak için, her ne kadar diplomatik bir üslupla da olsa ‘paralel yapıya’ yüklendi. Hatta cezasını tasdik eden Yargıtay dairesinin “Nereye bağlı olduğunu bilmediğini” söylerken bile, bir bağlılık iması yapmaktan kaçınmadı. Fenerbahçe gibi bir kulübün başkanının, yargı aktörlerinin şeceresinden haberdar olmaması pek inandırıcı gelmez bana. Nitekim o da bunu biliyordu. Silivri’de “Memleket elden gidiyor, bu dava şike davası değil” sözlerini hatırlattı da. Kendisi hapisteyken Fenerbahçe’ye operasyon yapan gücün Cemaat olduğunu şimdi, sadece ifşa etti. Doğrusu 17 Aralık’tan sonra 3 Temmuz sürecinde imzası olan emniyet ve yargı bürokratının neredeyse tamamının bugün gördükleri kırmızı kartlara bakılırsa, Yıldırım’ın bu tespitinde tartışılacak bir yan yok gibi. Tahliye edildikten kısa bir süre sonra Fethullah Gülen’in kendisini arayıp “Kalbimde seninle ilgili kötü bir şok” demesi bile, önemli bir işarettir.

Neden sadece Fenerbahçe?

Şimdi şunu da söylemek mümkün. Aziz Yıldırım ve ekibi, 3 Temmuz’la başlayan itibarsızlaştırma kampanyasının kurbanı olduğunu düşündü. Şimdi aynı ekip, iade-i itibarın hukuki şartlarının olmasa da, meşruiyetinin oluştuğu kanaatinde. Ancak Cemaatin bu operasyonu neden sadece Fenerbahçe’ye yaptığının da izah edilmesi gerekirdi. Çünkü Yıldırım, soruşturmanın Fenerbahçe’yle başladığını, sonradan “Laf olsun” diye diğer kulüplerin buna eklendiğini ifade etti. Bu durumda, “En büyük, en lâik, en Atatürkçü kulüp” benzeri tespit ve analizler, bana fazlaca hamasi gelir. Yine de Başkan izah anlamına gelebilecek bir yorum yaptı: “Bu işte beni Ergenekon’a bağlayacaklardı. Yok efendim Ergenekon’un kasasıymışım.” Neden peki sizi Ergenekon’a bağlayacaklardı? “Çünkü ben askere yakınım ya. Fenerbahçeli olmaları nedeniyle çok tanıdığım var. Ayrıca NATO müteahhidiyim. Ama silahla işim olmadı. Yol filan yaptım.” Mealen bunları söyledi, Yıldırım. Makul ve mantıklı gelebilir. Öyledir de. Ama unutmayın. Askeri vesayeti etkisizleştirme süreci, iş dünyasını, uykusuz geçirdiği gecelere, hop oturup hop kalklamalarına rağmen, “teğet geçti”.

Ya Satır araları...
Zaten ben de gevezelik yapıyorum. 3 Temmuz’dan önce, failinin kim olduğuna bakmaksızın her sezonda şike defosu olduğuna inanan birisiydim. Bu kanaatimin 3 Temmuz’dan sonra değişebileceğine ilişkin bir iyimserlik edindim, her nasılsa. İyi niyetim -siz bunu salaklığım olarak okuyun- gerçekçiliğimin önüne geçti. Bu iyimserliğimi -yok artık bunu da mı salaklığım olarak okuyacaksınız- çabuk terk ettim. 3 Temmuz’dan önce üç lira bedelle çıkılan ihaleler, şimdi on üç liraya çıkılıyor, hepsi bu. Dolayısıyla Aziz Yıldırım, hakkındaki mahkumiyet kararına rağmen, 17 Aralık’tan sonra, 3 Temmuz öncesine döndü. Kanaatimi değil, gördüğüm fotoğrafı paylaşıyorum. 3 Temmuz’la birlikte Aziz Yıldırım aleyhine deliller nasıl kimse için önemli değilse, 17 Aralık’tan sonra bugün kimse Tarafsız Bölge’deki açıklamalarının satır aralarında dolaşmak istemiyor. Gerek yok buna çünkü. Çünkü Yıldırım, artık adı gibi bir ‘Aziz’.
Ben, Aziz Yıldırım’ın şikeci olduğunu ne bir yerde yazdım, ne de söyledim. Bugün kesinleşmiş cezasına rağmen aynı kararı, bir gazete gibi koltuğumun altına alarak, sokak sokak “Yazıyor, yazıyor” diye dolaşacak değilim. Kendi adıma, hazır eline fırsat geçmişken, kamuoyuna özellikle İlhan Ekşioğlu’yla telefon konuşmasını, (İbrahim Akın meselesi kadar) vuzuha kavuşturmasını beklerdim. Transfer deyip geçti. Ali İsmail Korkmaz marşı ve Gezi sloganlarıyla ilgili sözleri ise, (“Kimse engelleyemez”) Aziz Yıldırım müktesebatı bakımından da çok ileri bir ‘açılım’dı doğrusu.

3 Temmuz öncesine dönüş

Ama işte kimse kolay değişmiyor. Gerçek Aziz Yıldırım’a, yani 3 Temmuz öncesi profiline hemen dönüverdi. Nerde ve nasıl mı? Bir Yıldırım klasiği işte. Önce Ahmet Hakan’a sordu: “Sence Yunus Yıldırım yetenekli bir hakem mi?” Bu uzmanlık sorusunu Ahmet Hakan haklı olarak pas geçti ve Yıldırım onu “affetmeyeceğinden” bahisle, “Bir daha bizim maçlara böyle yönetecekse gelmesin” diye kestirip attı. Bir tarz-ı siyaset olarak değişmesine de gerek yok artık. Siyasetin yargıyı bir oyuncağa çevirdiğine ilişkin kanıtların bu denli ortaya saçılıp döküldüğü bu ülkede yargı kararları mağduriyetten başka bir şey ifade etmiyorsa, futbol hayatımızda da hiçbir şey değişmeyecek. Bir değişim imkânının nasıl heba edildiğini ise 17 Aralık’tan sonra açılan Pandora’nın Kutusu gösteriyor bize.
Kim mi sorumlusu? İktidar savaşının aktörleri, kim olacak.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp