Top
Hüseyin Besli

Hüseyin Besli

atifhuseyin@gmail.com

26/04/2024

'Hadari'leşmek /1

1

İbni Haldun Üstad toplumları/insanları seferi (göçmen, hareketli, çevresel) ve hadari (yerleşik, hareketsiz, merkezi) olarak ikiye ayırır.

Sosyal olayları bu iki grubun çatışması olarak çerçeveler,

Ve der ki: Seferiler ve Hadariler arasındaki çatışma nihai erimde, eninde-sonunda seferilerin galebe çalmasıyla biter.

Çünkü; hadari olanın, yerleşik olduğu alandaki kazanımlarını (ev-bark, mal-mülk, eş-dost vs.) korumak durumunda kaldığından hareket sahası ve imkânı kısıtlanır. Ayrıca savunmacı anlayış ve yaşama biçimi zamanla atalete neden olur.

Oysa seferi olanın kaybedecek bir şeyi yoktur, onu bir yere bağlayan bir bağ da söz konusu değildir, bu nedenle sonsuz hareket kabiliyetine sahiptir.

Seferinin koruyacak bir şeyi olmadığı gibi, aksine talepleri vardır, beklentileri vardır ve onları temin etme yolunda kabarmış arzuları ve tatmin bekleyen duyguları vardır.

2

Bu arada, konunun anlaşılmasına yardımcı olabilir muradıyla Hz. Ömer'in Sevad (Irak, Sasani) arazisine dair uygulamasını faydalı olacağı düşüncesiyle hatırlatmak isterim.

Hz. Ömer, Sevad arazileri Müslümanların eline geçince mutat olanın aksine bu toprakları gazilere paylaştırmaz ve eski sahiplerinin elinde kalmasına, onlardan cizye ve haraç alınmasına karar verir.

O günkü tartışmalara ve daha sonra yapılan yorumlara baktığımızda;

Bu uygulamayla Hz. Ömer'in üç şey murat ettiği söylenebilir:

1- Harac'a bağlanan topraklar ve Cizye'ye bağlanan toprak sahiplerinden elde edilecek gelirle; ordunun ihtiyacını karşılamak; yetimlere, yolda kalmışlara, yoksullara, afete maruz kalmışlara, miskinlere verilmek üzere bir fon kurmak.

2- "Ta ki o mallar, içinizde sadece zenginler arasında dolaşan bir servet/devlet/güç haline gelmesin" (Haşr-7) ayetinin hükmünce, belirli ellerde toplanan malların zamanla bir ayrışmaya, tekelleşmeye, servetin (kazanımların) bir egemenlik unsuru haline gelmesini istememişler olabilir.

3- Mal-mülk sahibi olan gazilerin artık koruyacak şeyleri olması nedeniyle eskisi gibi cihada hevesli olmayabileceklerini düşünerek, paylaşıma mâni olmuştur.

3

Müslümanlar/dindarlar daha Osmanlı devrinde, ülkede Batı tipi eğitimin yerleşmesiyle birlikte 'merkez'den dışlanmış ve 'çevre'ye itilmişlerdi.

Cumhuriyet ile birlikte bu tavır kurumsallaşmak bir devlet politikası haline geldi.

Öyle ki uzun yıllar dine ve dindarlığa ait ne varsa ötelendi, ötekileştirildi, görünür olmaktan çıkarılmaya çalışıldı. Bunun için başta Kur'an-ı Kerim olmak üzere dini metinlerin basılmasına, çoğaltılmasına, dağıtılmasına yasak getirildi.

Ne var ki, bütün bunlara rağmen, Allah'a hamdolsun ki, milletin genlerinde ve hafızasındaki din yok edilemedi.

Müslümanlar/dindarlar/İslamcılar çoğunlukla pasif bir biçimde, bazen hareketli olarak bu yok ediş eylemine/emeline karşı direndi.

Karşılıklı direnç içerisinde geçen uzun yıllar boyu nimetler, imkanlar, mal ve mülkler, eğitime erişebilirlik hakkı, kamu imkanlarından faydalanabilme durumu hepsi ama hepsi 'Merkez'e yerleşmiş Batıcıların uhdesindeyken, Müslümanlar/İslamcılar neredeyse temel insan haklarından yoksun vaziyetteydiler.

Bu süreç tam da İbn-i Haldun'un işaret ettiği Seferi-Hadari çatışmasına denk düşüyordu.

Ne var ki bir türlü Üstad'ın işaret ettiği 'seferilerin galebesi' vuku buluyordu. Ta ki 4 Kasım 2002'ye kadar.

4 Kasım 2002'de AK Parti 'seçimleri kazanmış' şekliyle ve o kadarıyla ilk kez (kısa süren Refah Partisi iktidarını görmezden gelebiliriz) merkeze karşı üstünlük sağlamıştı.

Bu arada altını kalın çizgilerle çizmeliyiz ki; 14 Ağustos 2001 Salı günü Bilkent Oteli'nde R. Tayyip Erdoğan'ın okuduğu AK Parti kuruluş bildirgesi, tıpkı savaşa çıkan askerlerine komutanlarının yaptığı konuşma gibi topyekûn millete yapılan bir seferberlik çağrısıdır...

Bir sonraki yazımıza buradan devam

edeceğiz.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp