Top
Ege Cansen

Ege Cansen

cansen@sozcum.com

20/07/2023

Sen kimin acentesisin?

1961'de Arçelik'te çalışmaya başladım. Halen Aygaz'ın bağımsız yönetim kurulu üyesiyim. Bu 62 yıl içinde 30'dan fazla şirkette çeşitli kapasitelerde görev aldım. Firmalarımızın “ithal ikamesi” politikasıyla nasıl doğduğunu, nasıl şekillenip büyüdüğünü ve iç piyasaya dönük kalınca niçin yeterince büyüyemediğini izledim. 2003'ten sonra da önemli bir kısmının yabancı firmalara, sahiplerinin rüyalarında görse inanamayacağı fiyatlarla satıldığına şahit oldum. İzlenen yol haritası şudur: Başarılı girişimcilerin çoğu, ithal malların satıcısı olarak işe başlamıştır. Bu husus çok önemlidir. Çünkü büyük kârlar, yerli değil ithal mal satarak elde edilir. İkinci aşamada, malı satılan firmanın acenteliği alınır ve genel distribütör olunur. Üçüncü etapta lisanslı imalatçı olmak vardır. Acente olmanın önemini bana öğreten “büyük patron” Vehbi Koç'tur. Vehbi Koç, bir kişi hakkında bilgi alır veya verirken, hangi yabancı firmanın acentesi olduğunu sorar veya söylerdi. Kendisi her ne kadar bakkallıkla işe başlamışsa da Türkiye'nin bir numaralı holdingi olan Koç'un gelişmesi, Vehbi Bey'in aldığı “acentelikler” sayesindedir. Vehbi Koç, ilk acenteliği Mobil'den almıştır. Ford ve Fiat, bugün Koç grubunun en önemli iş ortaklarıdır. Anadolu'nun zengin iş adamlarının bir kısmı, benzincilik ve devlet müteahhitliği ile sermaye biriktirmeye başlamış olsa da önemli bir kısmı ithalatçı-imalatçı “İstanbul firmalarının” “bayii/acentesi” olarak gelişmiştir.

OSMANLI'NIN ZENGİN GAYRİMÜSLİMLERİ

Osmanlı'da Padişah'ın ihsanıyla zengin olan paşalar dışında büyük servet sahiplerinin ekseriyeti gayrimüslim iş adamları ve bankerlerdir. Bunların istisnasız hepsi yabancıların “acente”sidir. Güney Amerika'da ve komünist devriminden önce Çin'de “yabancı firmaların yerli adamlarına” yani acentelerine “komprador” denirdi. Komprador, Portekizce satın alma anlamına gelen “comprar”dan türemiştir. Kompradorların esas işi ihraç edilecek tarım ürünlerini ve madenleri yerel üreticilerden satın almaktır. Özellikle İzmir'e yerleşmiş, levanten tabir edilen ve “Doğuda oturan Batılı” anlamına gelen Avrupalı tüccarın işi buydu. İstanbul'daki gayrimüslimler ise çoğunlukla mal ithalatı ve ithalatın finansmanı için yurt dışından yüksek faizle borç bulma işleri yapardı. Kompradorlar, yerli ürünleri olabildiği kadar ucuza toplayıp ihraç etmeye çalışırken yabancı üretici firma acentelerinin görevi de ithal malları içeriye olabildiğince pahalı satmaktı. Türk ekonomisi bu yüzden sürekli dış ticaret açığı vermiştir. İktisatta buna ticaret hadlerinin ülke aleyhine bozulması denir. İlmi iktisattan nasibini almamış Osmanlı devlet adamları da “yurt içinde mal arzını artırıyoruz” böylece fiyat artışlarını (enflasyonu) önleyip “tüketiciyi (kapıkulunu diye okuyun) koruyoruz” diye, bir yandan sürekli dış borç alarak kuru baskılamış, diğer yandan ithalattan alınan vergileri düşürüp ihracata vergi koymuştur. Bu inanılmaz uygulama yerli üretici ve ihracatçılara cehennem hayatı yaşatırken, ülkeyi bir ithalatçı acenteleri cenneti yapmıştır.

OSMANLI ZİHNİYETİ AYNEN DEVAM EDİYOR

Zannetmeyin ki ülkemizde iktisat anlayışı değişmiştir. Seçimi kaybeden muhalefetin halka en büyük vaadi dışarıdan “300 milyar dolar” getirmekti. Hatta dediğine göre getirmişti. Seçimi kazanan iktidarın ilk icraatı da yurt dışından borç para bulabilecek biri New Yorklu, diğeri Londralı iki Müslüman finansçıyı ekonominin başına getirmek olmuştur. Amaç döviz kazanmak değil ülkeye döviz getirmek olunca yöntem borç almak oluyor.

SON SÖZ: En pahalı döviz, borçla alınan dövizdir.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları