Top
23/12/2023

Almanya’nın Filistin Korkusu, Müslüman “Cadı Avı” ve Güvenlikleştirme

Avrupa'nın birçok ülkesinde olduğu gibi Almanya'da da yıllardan beri İslam düşmanlığı, kurumsal ayrımcılık, nefret söylemleri, camilerin kundaklanması, Müslümanlara yönelik hakaret, şiddet ve cinayetlerin artması siyasi ve sosyal bir sorundu. 7 Ekim'in ardından ise Almanya'da bu sebeplerden dolayı hâlihazırda tedirgin bir ruh haliyle hayatlarını idame ettiren Müslümanlarda korku cumhuriyetinde yaşadıkları hissiyatı gün geçtikçe güçlenmeye başladı. Filistin'deki savaşın alevlenmesiyle Almanya'da Müslümanlara ve İslami cemaatlere yönelik siyasi baskılar giderek artmaya başladı. Dolayısıyla Müslümanlar açısından 7 Ekim zorlu bir milat anlamı kazandı.

İş yerleri, okullar ve diğer kamusal alanlarda Müslümanların Gazze'deki katliamlar ile ilgili dayanışma duruşu Alman bürokrasisi nezdinde genelde şüphe ve tepkiyle karşılık buldu. 7 Ekim'den bu yana Gazze yanlısı dayanışmaya yönelik baskılar sivil toplum üzerinde geniş bir etki yarattı. Bu tarihi takip eden ilk dört hafta içinde sadece Berlin'de polis tarafından, çoğunluğu Filistin yanlısı olduğu iddia edilen kişiler olmak üzere 850'den fazla tutuklama gerçekleşti. Bu sayıya protestolarda gözaltına alınanlar dahil değildir ve uzmanlara göre bu sayı resmi rakamların çok üzerindedir. Berlin polisinin Filistin yanlısı gösterileri yasaklama gerekçesi ise bu tür toplantıların "kışkırtıcı, antisemitik haykırışlar" ve "şiddet eylemleri" açısından "yakın bir tehlike" şeklinde değerlendirmesi. Dolayısıyla Berlin sokaklarında Filistin bayrağına ve Filistin atkısına bile tahammülün olmadığı bir atmosfer hakim.

Almanya'nın diğer büyük şehirlerinde durum farklı değil. Alman devlet kurumlarının öncülüğünde ifade özgürlükleri üzerindeki baskılar gitgide artmakta. Üstelik bu baskıdan sadece Müslümanlar mustarip değil. Aynı zamanda İsrail'e tepki gösteren diğer toplumsal kesimler de baskıya ve itibarsızlaştırılmaya maruz kalmakta. Bu sosyal baskı kampanyasından dolayı "otosansür" artık içselleştirilmiş ve sıradanlaşmış bir vaziyette. Örneğin geçtiğimiz günlerde siyonizm karşıtı bir Yahudi sanatçı, Filistin yanlısı paylaşımları nedeniyle çok sayıda ölüm tehdidi aldığını açıkladı. Ancak bunları bildirdiğinde Berlin polisinin henüz bir tepki vermediğini belirterek Almanya'da "McCarthycilik dönemi yaşanıyor" ifadesini kullandı.

Almanya'nın Yeni Güvenlikleştirme Paradigması

Demokrasisi ile övünen ve dünyaya insan hakları, özgür ve bağımsız medya, fikir ve ifade özgürlüğü dersleri vermeyi ihmal etmeyen Almanya, doğrudan bu alanlarda kendi içerisinde antidemokratik yaptırımlar uygulamaya başladı. Bu süreçte ise sosyal ve kurumsal baskı aracılığıyla Alman sivil toplum ve medyasının önemli bir çoğunluğunun desteğini yanına aldı.

Bu durum temel olarak yeni "güvenlikleştirme paradigmasının" devreye girmesi ile bağlantılıdır. Uluslararası ilişkilerde ve ulusal politikada güvenlikleştirme kavramı kabaca, devlet aktörlerinin sıradan konuları ve siyasi meseleleri "güvenlik" meselelerine dönüştürme süreci ve böylelikle güvenlik adına olağanüstü araçların kullanılmasını meşrulaştırması şeklinde özetlenebilir. Daha somut anlatımla güvenlikleştirme, 1990'ların başından itibaren Kopenhag Okulu (Barry Buzan, Ole Waever ve Jaap de Wilde) olarak adlandırılan grubun merkezi bir kavramıdır. Kavram, egemen siyasi aktörlerin yaptırımlar için toplumsal desteği harekete geçirmek amacıyla ilgili meseleleri nasıl "güvenlik sorunları" olarak sunduklarını göstermektedir. Sözde istisnai veya tehdit edici bir güvenlik durumuna atıfta bulunularak, sorunların ancak demokratik kural ve prosedürleri kısmen devre dışı bırakarak, olağanüstü tedbirlerle kontrol edilebileceği ve çözülebileceği öne sürmektedir. Olağanüstü tedbirler arasında ise öncelikle antidemokratik uygulamaların devreye sokulması gelmektedir.