Top
Yavuz Semerci

Yavuz Semerci

ysemerci@htgazete.com.tr

15/10/2016

Ankara olmadan Musul’u çözme niyeti bölgeyi ateşe atar!

 

Yüzyıllar boyunca Musul, bu coğrafyada kurulan Türk devletlerinin yönetimindeydi. Osmanlı’nın damgasını vurduğu, nüfusunun çoğunluğu Türk ve Kürtlerden oluşan bu bölgenin genç Türkiye Cumhuriyeti’nin elinden alınma süreci hazindir. Bir oldu bitti yapılmıştır. Türkiye hiçbir zaman Musul’dan vazgeçmemiştir. Lozan Anlaşması’na göre Musul halkı, kimin bayrağı altında yaşayacağına kendisi karar verecekti.

Osmanlı yönetiminin tek bir kurşun bile sıkmadan, direnmeden İngilizlere teslim ettiği (ki onlar da Fransızlardan almıştı) bu bölge hakkında, Türkiye dışında herkesin söz söyleme hakkının doğalmış gibi görünmesi trajiktir.

Türkiye’nin gelişmelere sessiz kalmasının beklenmesi ise komiktir.

                                   *

Yani, “Musul ile ilgilenmeyelim, başımızı derde sokmayalım” tezini tarih affetmez ve affetmedi de. Ülkeyi yönetenlerin, “Bize ne Musul’dan” deme şansları yoktur. Ancak “Musul bizimdir, öyle ise savaşıp alalım” derseniz, orada İran, Irak, ABD, Rusya ve diğer Batılı devletlerin birkaçıyla, belki hepsiyle birlikte savaşa da hazır olmanız gerekir. Bu ekonomik gücümüz ve zayıflamış orduyla göze alınacak bir plan değildir.

Sorun, ne yapılması gerektiğinde düğümleniyor. Gücünüz varsa gider alırsınız. Tarih, anlaşmalar sizin yanınızdadır. Gücünüz yoksa buradan ülkenizin çıkarlarına en uygun olan alternatifi savunursunuz. Hiçbir şey yapamıyorsanız, buranın dost bir yönetimde kalmasını desteklersiniz.

                                   *

Aslında tarihi kayıtlardan ve yazılanlardan anlıyoruz ki 1924’te Lozan Anlaşması imzalanmış ve tarafların parlamentolarında onaylanmış olmasına ve bir halkoyu yapılma kararına rağmen Türkiye asker marifetiyle Musul’u alma planı yapıyor.

Fakat taslaktan öte bir anlamı olmayan 1920 tarihli Sevr Anlaşması’nın bölgede Kürt grupları bağımsız bir Kürt devletine cesaretlendirmesi, Türkiye’nin iç sorunlara yoğunlaşmasına neden oluyor. Şeyh Sait İsyanı bu anlamda genç Cumhuriyet’e var olan sınırlarını bile kaybedebileceği duygusunu yaratıyor. Musul planı devreye girmiyor ve Türkiye içine kapanıyor.

                                   *

Elbette ulusların devletleşme sürecinde Araplar, Kürtler, Türkler, Yunanlar ve diğer halklar kendi yurtlarında devlet kurma hakkını savundu. Ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı en temel haklardan birisi. Bölgede Kürtlerin kendi devletlerini kurma mücadelesi de 100 yıldır sürüyor. Ve asla vazgeçmeyecekler. Musul bu anlamda Arap, Kürt ve Türk ulusları açısından önemli.

Önemli, çünkü petrol var.

Önemli, çünkü bu gelir her devletin iştahını kabartıyor.

Irak Merkezi Hükümeti’nin, Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate alarak “Musul, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nden ve bizden başkasını ilgilendirmez” diyeceğine, Musul’un kurtarılması mücadelesinde Türkiye’nin desteğini isteyeceğine, Türkiye’ye “Dön arkanı git, istenmiyorsun” tavrı alması ateşle oynamak anlamına geliyor. Musul hiçbir zaman Irak’a yâr olmayacak. Çünkü bölge asla Araplaştırılamayacak. Buna Kürtler de Türkiye de izin vermeyecek. En doğru strateji Barzani’yi ve bölgenin Kürt halkını yanına çeken bir Türkiye oluşturabilmekte. Bölgeyi, ağırlık merkezinin Ankara olacağı yeni bir statüye kavuşturmakta. Bu noktaya varmak ise hiç kolay değil. Öncelikle ulusal ve her kesimin destekleyeceği bir politika üretmek gerekiyor.

En büyük endişem, Musul meselesiyle alevlenen gelişmelerin bir Kürt iç savaşına (ABD destekli PKK ve Türkiye destekli Barzani) ve Kürt-Arap çatışmasına dönüşmesidir. Buradan Türkiye’ye fayda çıkar mı sanmıyorum!

NOT: Pazartesi günü bölgenin enerji kaynakları ve bölgenin hangi ülkeler açısından önemli olduğuna dair bir analiz yayınlayacağım. Orada da göreceksiniz ki Ortadoğu’da kaynama uzun yıllar devam edecek ve özellikle Asya Pasifik ülkeleri devreye girecek. Çin’in neden bölgeye savaş gemileri gönderdiğini de anlayacaksınız!

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp