Top
Sırma Karasu

Sırma Karasu

sirmakarasu@gmail.com

30/01/2016

Şarkılar seni söyler

Bugünlerde zihnimizi kurcalayan soruları sormak için, popüler kültür analizleriyle tanıdığımız Uzm. Dr. Psikiyatr İlker Küçükparlak’tan daha uygun biri olamazdı. Pop müzik yapmanın formüllerinden şarkı sözlerindeki gizli manalara kadar pek çok şeyi konuştuk.

Şarkılar ve pop müzik sizce hangi noktada duygusallıklarını yitirdi?

“Yaz şarkısı” diye bir kavram var artık hayatımızda. Müzik yapmak giderek formüle idilmiş bir hal alıyor. Mesela enstrüman sololarının süresi giderek kısalıyor. Seattle akımının, Nirvana’nın gitar soloları 70’lerin 80’lerin rock gruplarının sololarına göre daha kısa ve bu süre giderek kısalıyor. Halbuki solo, içinde doğaçlamayı da barındıran, arzudan türeyen ve duyguya ister istemez temas eden bir şeydir. Duygu öğesi tıraşlanarak şarkılar giderek fabrikasyon ürünlere dönüşüyor. Formülle yapıldığı için de arzuyu barındırmıyor.

Şarkılarda arzu değil müstehcenlik ağır basıyor sanki...

Bu durumu en iyi anlatan “Aşk-ı Memnu” dizisiydi. İki insanın birlikteliğine pornografik bir şekilde tanık olmamamıza rağmen yaşanan kuvvetli ve yasak arzu fabrikasyon bir ürün haline gelince insanlara müstehcen gelmişti.

Naif hisleri anlatan aranjman döneminden bu yana nasıl oldu da pop şarkıları ilişki, hüzün hatta sevgiyi ayıplar hale geldi?

Şu anki popüler kültür mutsuzluğu başarısızlık olarak algılama üzerine kurulu. Pozitif psikoloji akımının mesajı bu; “Mutsuz musun? Öyleyse bir şeyi yanlış yapmışsındır.” Dolayısıyla insanların mutsuzluklarını kamufle etme, mutluymuş gibi yapma eğilimleri var. “Kişisel gelişim” isimlendirmesi bile buna işaret, “Kendini geliştirmen lazım ki kıymetin olsun” deniyor.

Slavoj Zizek, şarkıların temalarını “Üst konumdakine yakarış” ve “alt konumdakine el uzatma” olarak ikiye ayırıyor. Bizde neden sözler hep çok iddialı?

Burada şarkı sözlerinin ne kadarının sembolik verildiği, ne kadarının doğrudan yani Lacan’yan anlamda gerçek olarak anlatıldığı önemli. Erotizmle pornografi arasındaki fark gibi... Lacan’yan anlamda gerçek olan, pornografi. Erotizm ise bir odadan yakın zamanda çıkan bir kadın ve bir erkeğin birbirine kaçamak bakış, boşlukları doldurmak seyirciye kalmış.

Ötekini değersizleştirme kültürü

Söz yazarları neden sembolik değil direkt anlatımı tercih ediyor?

Eski şarkılarda sembolik anlatım tercih ediliyor. Mesela bir adam görüyoruz, “Deniz ve mehtap sordular seni” diyor. Aslında birilerinin tanıklığından mahcup oluyor. Orada esas kastedilen deniz ve mehtap değil, eski sevgilisinin yeni ilişkisine tanıklık eden kişiler... İş, bugün “Gidersen git” gibi söylemlere geldi ve ötekini değersizleştiren bir kültür yerleşti.

Hakkını yememek lazım, aşk şarkıları da atarlı şarkılar kadar yoğun aslında...

Bu borderline bir durum. Bütünlüklü sevgi anlayışında iyi ve kötü yanlarıyla, yani kusurlarıyla da sevilir insan ve ayrılırken hayatımızdan çıkıp gitmesi gereken bütünüyle yetersiz ve değersiz biri gibi görülmez.

Şarkıcılar güçsüz görünmeyi imajlarına mı yakıştırmıyor?

Sanmıyorum, bu atarlı hallerin toplumda bir karşılığı var. Müzik endüstrisi de satacak olanı üretiyor. Bunda pozitif psikoloji akımının getirdiği bir şey de etkili oldu, mutsuzluğun olumsuzlanması. Bir de şöyle bir durum olabilir, insanların romantik karşılaşma olasılıkları, artan metropol nüfusu, akıllı telefon aplikasyonları, sosyal medya gibi faktörler nedeniyle arttı. Eskiden seçenekler sınırlıyken ilişkilere yatırım daha fazlaydı.

“Ben İnsan Değil miyim?”den “İmparator”a...

Bir de “Yıkılmadım Ayaktayım” edebiyatı var. Etrafta sürekli çeşitli düşmanlar varmış gibi bir paranoya yaratılıyor...

Paranoya çok büyüklenmeci bir tutumdur. Bu durumu getiren kırılma, yarım ekmeği kemiren İbrahim Tatlıses görselli “Yaşamak Bu Değil” plağı ve “Ben İnsan Değil miyim?” şarkısı... Oradaki bütün iddiası insan olduğunu kanıtlamak. “İnsan olmadığımı düşünenler var ama ben insanım” kaygısı. Bu durum sonrasında “Kızlar, Kızlar Gelem mi?”ye ve klibi sarı saçlı, mavi gözlü kızlarla çekilen “Mavi Mavi” şarkısına geldi; “Ben İnsan Değil miyim?”den “Sen de insan mısın!”a dönüştü. İbrahim Tatlıses stüdyolardan insan kovan büyüklenmeci bir karakter, “İmparator” oldu.

Bir de Hadise’nin şarkısındaki gibi prenses olduğunu iddia etme hali var. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Türkiye’de kadının hali ortadayken bunu söylemek eksikliğin inkârıdır. Psikodinamik anlamda insan zaten büyüklenmecidir ve dünya kendi çevresinde dönüyor, herkes onun için var diye düşünür. Öte yandan ilkokula başlama ve sosyalleşme ancak bu eksikliği kabul etmekle başlar. İnsan ruhsal olarak zedelendiğinde çocuksulaşabiliyor, buna regresyon deniyor. Zorlanınca ağlama, mızmızlanma, yanında birini isteme gibi. Bu sürdüğü zaman çocuksu bir büyüklenmeyle “Ben prensesim” gibi olgun olmayan söylemler duyuyoruz.

Peki bu işin cinsel kimlikle olan bağı?

Toplumsal cinsiyet rollerine göre kadın kendisine özen ve hassasiyet gösterilmesi gibi faktörlerin eksik olmadığını hissettirecekse şarkıda bu konuların altını çiziyor. Erkekte eksiklik olarak görülebilecek şeyler kırılganlık, hassasiyet gibi şeyler, bu yüzden onlar da kendilerini her an öfke nöbeti geçirebilecek, gözü karardı mı dünyaları yakacak biri olarak konumlandırıyorlar. 

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp

Yazarın Diğer Yazıları