Top
26/12/2023

Her şey 65 yaşındaki Madonna yüzünden

Madonna tam 40 sene önce New York’a geldiğinde şehir bütün dünyada uyumamasıyla nam salmıştı. 40 sene sonra New York artık hiç kimsenin uyumadığı o şehir değil. Madonna’nın kendisi gibi hayranları da uykusuzluğu kaldıramayacak yaşta. Uyku düzeni tutturmak için terapistlere kaç bin dolar harcadığımızı bilmiyor mu kadın?

65 yaşındaki Madonna akranlarına her alanda taş çıkarttığı gibi yeni turnesi için New York’ta verdiği ilk konsere de epey gecikmeli başladı. 22:15 olduğunda henüz ortada Madonna yoktu ve insanlar Barclays Center’dan ayrılıyordu, sosyal medya hesaplarına göre. Ben o ilk konserde değildim; ilk konserin ses aksaklığının ikinci konserde düzelmiş olacağını, Madonna’nın homurdanmalardan ders alacağını varsayıyordum ve 20:30’da, tam konserin başlama saatinde, yerimi aldım. Ortada ne Madonna vardı ne de seyirciler, salon da öyle çabuk dolacağa benzemiyordu. Dahası, kiraladığımız locadaki herkes benden daha gerçekçiydi. En az bir buçuk saat boyunca telefonumdan Economist dergisinde 17 bin kelimelik bir makale okudum, çünkü evet, o yaştayım.

Madonna yine 22:15’te sahne aldı, konser bittiğinde gece yarısını çoktan geçmiş, tren seferlerinin aralıkları uzamış, hafif de yağmur başlamıştı. Yürümek treni beklemekten daha hızlı olacaktı, dahası birine FaceTime’dan konseri anlatıyordum.

Bütün bunlar yaklaşık 10 gün önce oldu. 350 dolarlık konser bileti, canlı müziğin olmadığı ve Madonna’nın çok az hareket ettiği konserin bilançosu bana soğuk algınlığı olarak döndü. Sadece bana değil, aynı locayı paylaştığım başkaları da şifayı kaptı. Yaş ilerleyince yeniden ayağa kalkmak da zor oluyor tabii.

Ertesi sabah titreyerek uyandığımda adeta bir annenin oğlundan hesap soruşu gibi bu yaşta bu saate kadar sokaklarda ne işim olduğunu sorguladım. Otur evinde, YouTube’dan izle, konser kaydını bekle değil mi? Kendi yormaya, hastalanmaya değer mi? Tekrar olsa tekrar aynısını yapardım.

*

Madonna konserine ayaklarım geri geri gittim. Karşıdan karşıya geçerken kalabalığı merak eden küçük bir kıza annesinin bu gece Madonna konseri olduğunu söylediğini duydum. Küçük kız için bu isim hiçbir anlam ifade etmiyordu. “Nasıl yani Madonna’yı tanımıyor musun?” diyor annesi. Belki annesi değil, bilmiyorum. Ama nasıl yani, Madonna’yı tanımıyor mu!

Geçenlerde 23 yaşında bir gençle konuşurken Madonna konserine gideceğimi söylediğimde benzer bir yanıt aldım: “Madonna şu ‘lady’ değil mi?” Yanlış anlaşılmasın, ‘yaşlı hanım’ manasında kullanıyor ‘lady’i, özel olarak saygı göstermek için değil.

Bazı Gen. Z mensupları ciddi ciddi Madonna’yı Lady Gaga’yı taklit eden yaşlı bir kadın olarak görüyor. Madonna ise sahneden, kariyeri boyunca en fazla konuştuğu bu “Celebration” turnesinde, 65 yaşında böyle gözüken başka biri tanıyor musunuz diye soruyor; haklı olarak “40 yıldır bu işi yapıyorum,” diye böbürleniyor. Göreceğiz bakalım, 40 sene kalacak mı Katy Perry? O kimdi mi? Unuttunuz tabii.

Madonna birkaç kere daha 40 yıldır bu işi yaptığını vurguladı. Daha önce bir söyleşideki cümlesini belli ki çok sevmiş; tekrarladı: “Yaptığım en tartışmalı şey ortalarda olmam oldu.” (Benden daha iyi çevirecekler için orijinali: The most controversial thing I’ve done is stick around.)

*

40 yıl boyunca hemen hiç geriye bakmamış ve her seferinde kendisini yeniden icat etmiş biri için “Celebration” alışılmadık bir turne. Madonna 2000’li yıllarda sahneye çıktığında eski kataloğundan hemen hemen hiç şarkı okumaz, hatta bu yüzden tepki çekerdi. Geçmişini geçmişte bırakır, kendi görüntüsü, ilgi alanları, temalarıyla birlikte değişen yeni müziğini hep ön plana çıkarırdı.

40 yılın bir anlamda canlı belgeseli olarak tasarlanan, Madonna’nın New York’a ilk geldiği günden başlayıp kronolojik olarak ilerleyen konser bir nostalji seansı değil. Bir anlamda cümle aleme, bugün meydanlarda kraliçe benim diye gezenlere bunun bir de miladı olduğunu hatırlatmak. Taylor Swift kendi turnesine “Eras” adını taktı ve daha 34 yaşında kendi farklı devirlerinden bahsediyor ya, asıl “eras” kadını Madonna. Farklı dönemleri başlatıp bitiren o.

Ama ben de dahil pek çoğumuz son yıllarda ona hak ettiği bu payeyi vermek istemiyoruz. Belki biraz fazla çabalıyor, günceli yakalamak için çok fazla uğraşıyor diye gözükmesinden mi? Ya da biz ona bu yaftayı yapıştırdığımız için mi? Madonna’nın kemik hayran kitlesi gay erkekler onu çok sever, ama acımasız da olurlar.

Madonna’nın diğer kemik tabanı olan feminist kadınlar dışında 65 yaşında bir kadının hala güncel kalabilme, zamanı yakalama çabasını kolay kolay kabullenemeyenler çok. 65 bazı ülkelerde emeklilik yaşıysa pop star’lar da zamanları geldiğinde köşelerine çekilmeli ve sadece anılarını anlatmalı, nostaljiyle geçinmeli—yaygın ezberimiz bu.

Açıkçası, yaklaşık 15 yıldır Madonna’yla neredeyse hiç ilgilenmememin bir nedeni ona baktıkça kendimle ilgili yüzleşmekten korktuğum kaçınılmaz gerçekler. Sanki Madonna’yı reddedersem cımbızla özenle seçip koparttığım o tek tük beyaz saç tellerimi görmezden gelebilirim; sabaha kadar gezmeyi planlarken gece yarısı esnemeye başlayıp koşa koşa eve döndüğüm gerçeğiyle yüzleşmek zorunda kalmayabilirim; jet lag’den toparlamak için her saat farklı için bir gün gerektiğini inkar edebilirim.

Madonna’yı çocukken dinliyordum; doğum günü hediyesi için bana kaset—evet kaset—almak isteyen birine “You Can Dance” albümünü söylediğimi çok çok net hatırlıyorum. İlkokuldaydım. Üstelik bu ilk Madonna konserim de değil, “The Girlie Show”u İstanbul’da izledim ve bugün kayıtlarına baktığımda ebeveynlerin nasıl müsaade ettiğine hayret ediyorum. Madonna hala ortalarda olmasa onu çocukken dinlediğimi söylemek zorunda kalmayacağım, hatta “O kimmiş çıkartamadım canım,” diyeceğim eski İstanbul beyefendisi üslubuyla.

Ajda Pekkan bir keresinde, benim de bulunduğum bir ortamda, kendi kulisinde, sanki böyle bir şey mümkünmüş gibi, Bodrum’a yerleşip sakal uzatmayacağını söylemiş, eliyle de Noel Baba’nın dolgun sakalını okşarmış gibi bir tür pandomim yapmıştı. Madonna da Bodrum’a yerleşip sakal uzatmaya niyetli olmayanlardan.

Bu kadınlar Bodrum’a gidip sakal uzatmadıkça bize, onlar gibi yaşlanmayan, güzel kalmayan, onlar kadar hareket edemeyenlere nefret malzemesi olmayı sürdürüyorlar. Yaş ilerledikçe erkek vücuduna çok iğrenç şeyler oluyor; kulaklardan kıllar fışkırıyor, oralar buralar sarkıyor. Eskiden çok kolaylıkla yapabildiğimiz o çok basit şey şimdi bir kere kendiliğinden olunca bir mucize gerçekleşmiş gibi seviyoruz, sonra bir daha olmayınca ecza dolabından seçeneklerle mutfaktaki farklı karışımları birleştirip zamanlamasını da denk getirip aynı bir mucizeyi bekliyoruz. Sonunda, insan kendi bedeninde verdiği her savaşı yavaş yavaş kaybediyor. Sanki Madonna bu kadar ortalarda olmasa bu savaşları vermek zorunda kalmayacağız.

*

Madem sakal uzatmıyorsun, git çocuklarını büyüt bari. Çocuklar epey büyümüş, oysa Lourdes’in doğduğu günü hatırlıyorum. Ne kadar yaşlısın? Lourdes’in doğduğunu hatırladığım yaştayım. “Vogue” çalarken 11 yaşındaki Estere balo kültürünü diriltircesine dansı konser sahnesine getiriyor. Oğlu David gitar çalıyor, hem de “La Isla Bonita”da. Mercy piyanoda, annesi eşlik ediyor. Bodrum’a gidip sakat uzatmadığı gibi çocuklarını da evde değil, sahnede büyütüyor.

Konserden sonra etraftan o kadar çok soru ve yorum geldi ki, bir ara isyan etme noktasına geldim. “Görüntülerde çok kötü duruyor?”

“Sesi iyi mi bari?”

“Hiç hareket etmiyormuş.”

“Orkestra yokmuş, playback söylüyormuş.”

Sana ne! Koca koca ekranlar var, sahnede onlarca dansçı var, Zeki Müren’in T-sahnesini beşe katlayan, seyircilerin içine birkaç noktadan dalan devasa bir platform, üstelik sabit de değil, her an bir yerden bir şey inip çıkıyor, daha ne olsun!

Britney’le öpüşmesini sahnede yeniden canlandırıyor, Michael Jackson’la yan yana canlı dans ediyor—evet!—ve Prince gitar solo çalıyor. Katolikler konseri basıyor elbette, mastürbasyon, hatta sahnede grup seks de. Daha ne olsun!!

Sean Penn’in bile fotoğrafı yansıyor perdeye bir ara. Jean Paul Gaultier’nin külah şeklindeki sütyenleri de gardıroptan çıkartmış tabii ki. Bir ara iki tarafı açık bir asansörle bütün sahnenin üzerinde havadan seyir halinde şarkı söylüyor. Daha ne olsun!!!

Konserin teknik eleştirisine dalmak istiyorsak—ki böyle bir zorunluluğumuz ya da ihtiyacımız yok—“Celebration” turnesi biraz Vegas’taki Cirque du Soleil şovları gibi. Sahnede kimi olduğunun önemi yok, Madonna’nın yerinde Madonna rolünde biri de olabilir, ama şanslıyız ki Madonna’nın kendisi var ve playback müzik üzerine şarkı söylüyor. Arada sesi çatlıyor ama sanki bizim sesimiz mükemmel. Bütün bunlar önemli değil, teker teker parçalardansa konserin bütünü, dev bir şölen olması ilgi çekici.

Herhangi bir pop müzik konseri ya da Vegas şovu da değil, benzetmek bile haksızlık. Daha çok MoMA’da sergilenebilecek bir performans sanatı bu konser. 80’li yıllarda New York’ta çağdaş sanat ortamının tam ortasına düşen Madonna çevresinden iyi öğrenmiş belli. Zaten şarkıcıdan önce dansçsıydı; performans sanatı ise cinéma vérité tekniğinde çektiği belgesel ya da “Sex” kitabında olduğu gibi kendi kimliğinin hep bir parçasıydı. Bir tür müze retrospektifini andıran, uzun yıllardan sonra ilk kez söylediği eski şarkılarından oluşan seçkisiyle “Celebration” turnesinde yıllar içinde oluşan sanatsal çabanın bütünü görmek mümkün.

90’lı yıllarda Türk magazin gündeminde bir “sanatçı” tartışması vardı. Ali Kırca gibi koca koca isimler televizyonda sabaha karşı “Kim sanatçı kim değil,” sorusuna yanıt arardı. Beyoncé, Taylor Swift, Lady Gaga… Onlar şarkıcı. Madonna ise müzeye ait tanımıyla sanatçı.

*

Madonna’nın yolunun kesiştiği sanatçılardan ikisinin siyah-beyaz fotoğrafı 80’li yıllardan kalma bir ballad eşliğinde, binlerce başka siyah-fotoğraftan önce, dev perdelere yansıtılıyor. Keith Haring ve Basquiat’dan önce, “Live to Tell”in henüz ikinci dizesinde açılmaya başlayan ilk fotoğraf ise Martin Burgoyne’a ait. Adını ilk kez duyduğum, sonradan Madonna’nın ilk menajeriymiş. Kim olduğunu bilmeden bile, sadece fotoğrafı, fotoğrafın altındaki doğum ve ölüm yılını görüp bu dünyada sadece 23 sene kaldığını hesaplayınca Madonna’nın 40 yıllık kişisel tarihinde hangi durakta olduğumuzu hemen anlıyorum.

İkinci fotoğrafta yine bilinmeyen birine ait, kalın gözlük çerçeveleri ve bıyık altı gülümsemesiyle bize bakan Christopher Flynn; o da Madonna’nın Michigan’daki bale hocasıymış. Keith Haring üçüncü kare işte. Sonra fotoğraflar ve isimler çoğalıyor. Önce teker teker, sonra beşer-altışar, sonra yüzlerce portre aynı anda belirip kayboluyor.

Aradan çok bariz tanıdıkları ayırt etmek mümkün: Freddie Mercury, Robert Mapplethorpe, Halston, “True Blue”nun kapağını çeken Herb Ritts, Halston, modern dansın öncülerinden Alvin Ailey… Hepsi sonsuza kadar genç kalmaya mahkum bırakılmış yüzler birbirine karışıyor. Bir süre sonra fotoğraflar o kadar hızlı değişiyor ki sayıya yetişmek imkansızlaşıyor. Tıpkı ölümler gibi.

Madonna’nın ekibi aylar öncesinden @theaidsmemorial adlı bir Instagram hesabının yöneticisiyle temasa geçip bu bölümü hazırlamış. 80’li yıllarda, devlet başkanları bile AIDS’i reddederken, Madonna ön cephede savaşanlardan biriydi. Sıralamadan da anlaşıldığı gibi pek çok yakın arkadaşını da kaybetti.

New York’taki “Live to Tell” performansı özellikle çarpıcıydı, çünkü—yine yaş meselesi—salonda hayatta kalmayı becermiş birçok gay erkek de vardı. Hatta bir ara ışıklar yandığında ortam adeta yaşlı eşcinsel erkekler kongresi havasındaydı; kitlesinin bilincindeki Madonna da “Aranızdakilerin yüzde 75'i zaten ‘queen’dir herhalde,” diye seslendi seyirciye. Gay yaşının, tıpkı köpekler gibi, farklı değeri olmasının ötesinde, New York’ta bugün 50 yaşındaki eşcinsel erkeklerin bile pek çok tanıdığının ölümüyle büyüdüğünü söylemek varsayım değil, hayatın gerçeği.

Yaş ilerledikçe ölen tanıdık sayısı da artıyor. Bunu genelde daha olgun insanların uğradığı bir piyano barda, o döneme ait bir filmin özel gösteriminde, bir üniversite panelinde ya da işte bir Madonna konserinde görmek mümkün. Çok da uzak olmayan bu geçmiş her hatırlatıldığında ölenlerin ağırlığı, hayatta kalabilmiş olmanın suçluluk duygusu hemen kendini belli ediyor.

Benim o altı dakika boyunca adeta bir yakınımın cenazesindeymiş gibi hüngür hüngür ağlamamın, ağladığımı locadakilerden saklamaya çalışırken—sanki o karanlıkta göreceklermiş gibi—çenemin gerilmesinin nedeni hayatını kaybeden yakınlarım değil. Fotoğrafımın o sahnede yansıtılan binlerce başka karenin arasında yer almamasının tek nedeni tamamen benim kontrolüm dışındaki faktörler: doğduğum yıl, şehir. Ölmek de, yaşamak da bu kadar basit olabiliyor. Madonna gibi bu konseri izleyenler de de anlatacak kadar yaşayabildiler en azından.

*

Tanya’yı tanırsınız. Hani “The White Lotus” dizisinde “high-end” gay’lerin öldürmeye çalıştığı diva… Bizim locada da “high-end” gay’ler vardı ve bir ara, ister istemez yaşlarını sordum ve “Siz ne anlarsınız bu konserden,” demeye getirdim. 32 ve 26 yaşındaki bu çiftin daha büyük olanı 2000’li yıllar Madonna’sını hatırlıyor, diğeri herhangi bir dönemi hatırlıyor mu, emin değilim çünkü bütün gece somurtup durdu.

Bu “high-end” gay’ler gece başlarken locaya şişeyle içki ısmarlamayı önerdiğinde önce itiraz edildi. Hesap edildi, kaç kişi kaç bardak içecek ki? New York’ta artık hiç kimse içki içmiyor. En şık barlarda “mocktail” ya da “zero proof” gibi süslü isimlerle alkolsüz kokteyl seçenekleri mönülere girdi. Ama “high-end” gay’ler “Aman çok pahalı değil,” diyerek locayı bir anda gece kulübüne döndürdü, bar masasının üzerine şişeler, buzlar, tonik, soda, greyfurt suyu donatıldı.

Saat de ilerlemişti zaten, “Live o Tell” sonrası PTSD’den kurtulmak için, hazır Ramazan ayı da değilken, biraz onların şişesinden aşırayım dedim. Bu gibi ortamlarda “high-end” gay’ler adeta suç ortağı bulmuş gibi kendi içkilerinden aşırmak isteyenleri çok iyi karşılarlar, daha da içirmek için teşvik ederler. Daha da fazla doldururlar, daha da fazla diktirirler. Boş mideye içtim, bir ara film koptu. Tıpkı Tanya gibi acaba bu gay’ler beni öldürmek istiyor mu diye düşündüm.

Bir aşamada “Celebration” turnesinde de film koptu galiba, çünkü kronoloji falan kalmadı, ortam tam anlamıyla bir gece kulübüne döndü, veya ben öyle zannettim; bir anda, adeta Tunnel ya da Roxy’de ışıkların pat diye yanması gibi parti bitti.

Ne bis’i, gece olmuş 1:00 zaten… Kadın 65 yaşında.

Arkamı döndüm, içkiyi dayayan gay’ler çoktan ortadan kaybolmuş. “Nereye kayboldu bu gay’ler?” diye sordum; çok sarhoş olduklarını, konseri tamamlayamadan gittiklerini, geceyi çıkartamadıklarını öğrendim. Bende ise—imkan olsa—sabah ışıklarına kadar gezecek enerji vardı. Sonuçta ben de, Madonna da, Ajda da Bodrum’a yerleşip sakal uzatma niyetinde insanlar değiliz. Madonna geçtiğimiz sene ölümden döndü, Ajda evinde düştü ve kalça kemiği çatladı, ben bir 10 gün hasta yattım ama sonunda ayağa kalktık. Hala anlatacak kadar yaşıyoruz.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp