Top
13/12/2023

12 Eylül'den hesap sormak için bir fırsat

Bir başka kulübün yöneticisi, bir başka ülkede, bir başka maçın sonunda hakeme saldırabilir ve hastanelik edebilirdi. Ama bu olayın Türkiye’de yaşanmış olması, hakeme yumruk atan kulübün başkanının Türk olması, bu kulübün adının Ankaragücü olması tesadüf değil.

Aslında, Ankaragücü’nün hakemlerden şikayetçi olması Türk futbol tarihinin en büyük ironisi olabilir. Geçmişte hakemler düpedüz yukarıdan gelen baskı yüzünden şike yapıp bu kulübü kollarken Ankaragücü gayet memnundu. Tabii o sırada yukarıda Kenan Evren vardı ve zorla yönetimini ele geçirdiği ülkenin kendi malı olduğunu düşünüyor, hayatın her alanına karışmayı kendinde hak görüyordu. Pek kimse de ona karşı çıkmıyordu. Darbeci generalin emri Ankaragücü’nün kollanmasıydı.

Üzerinden yıllar geçse, aktörler değişse, başka bir dönem başlasa da aynı kurumun o kurumu temsil edenlerin kendilerini ayrıcalıklı hissetme yanılsaması sürüyor. Hakem nasıl olur da Ankaragücü’nün aleyhine karar verebilir, değil mi? Türk futbol tarihi açısından bile sportif olarak hiçbir değeri olmayan—altyapısıyla ünlü değil, Anadolu mucizesi yaratmamış, tesisleriyle ön plana çıkmamış—Ankaragücü’nün başkanı böylece bir anda kendilerinin ayrıcalıklı olmadığını fark ediyor. Hakeme atılan o yumruk biraz da bu gerçekle yüzleşmesinden, herkesin bu kulübü korumak ve kollamak zorunda olmadığının farkına varmasından.

NASIL BİRİNCİ LİGE ÇIKTI

Ankaragücü’nün devlet kararıyla birinci lige çıkarılmasına “12 Eylül’ün kara mirası,” diyor spor yazarı Arif Kızılyalın ve 13 Mayıs 1981’de Bolu Şehir Stadı’nda Boluspor ve Ankaragücü arasındaki Türkiye Kupası final rövanş maçında futbol tarihin nasıl değiştirildiğini yazıyor:

“Boluspor birinci lig, Ankaragücü ise ikinci ligde oynuyor. İlk maçı 2-1 kazanan başkent ekibi, avantajını korumak için geriye yaslanmış durumda. 0-0, Sarı-Lacivertliler’i kupa şampiyonu yapacak. Dakikalar 81’i gösterirken, Boluspor’un Ermeni asıllı oyuncusu Minas, yarı alanı geçtikten sonra vuruyor, top kaleci Adil’in üzerinden ağlara gidiyor. Nizami bir gol. Bu skor Bolu’yu şampiyon yapacak. Ama birden yardımcı hakem Baki Özcan bayrağı kaldırıyor. Orta hakem Sadık Deda ise önce verdiği gol kararından vazgeçip, ofsayt atışı ile maçı başlatıyor, Ankaragücü de 0-0’la mutlu sona ulaşıyor.” (13 Mayıs 2015, Cumhuriyet)

Türkiye Kupası’nı kazanan takımın, hangi ligde oynarsa oynasın, birinci lige çıkacağı kuralını bizzat talep edip uygulatan Kenan Evren’di. Hakemler de darbeci generalin talimatını yerine getirmek için—aksi halde bedelinin ağır olabileceği endişesiyle—Ankaragücü’nü kayırdı. Sportmenliği ve sportif rekabetin adilliğini yok eden o emirle Ankaragücü hak etmediği halde birinci lige çıktı.

Futbolda çürümüşlüğün ilk örneği miydi, bilmiyorum, ama kuşkusuz en ayyuka çıkmış ve taraflarının kendilerini gizlemek, biraz da usturuplu yapmak için çaba harcamak zorunda dahi hissetmediği ilk bariz olaydı. Sonraki 40 sene içinde çürümüşlük zaten hayatın her alanında norm olmaya başladı.

Bugün, kulübü yöneten vandal bir hakeme yumruk atabiliyorsa işte o geçmişin sağladığı haksız kazançtan gücünü alıyor. Maçın hakemine yumruk atmak mahkemede yargıca saldırmak ya da doktoru öldürmekten farklı değil. Bütün bunlar Türkiye’de olmuyor değil, hatta hayatın gerçeğiymiş gibi kabullenme noktasına geldik. Bu olayların sonunun gelmemesinin nedeniyse faillerinin hemen hiçbir zaman bedel ödememesi.

Bu özgüven Ankaragücü Başkanı’nın mahkeme çıkışındaki yüz ifadesine de yansımış. Sosyal medyada biri “TikTok’ta memesini açsa tek kelepçeyle içeri alırdınız,” diye yazmış.

Türkiye’de adaletin yerini bulmasındaki tek kriter tarafların gücü olduğuna göre Ankaragücü’nün ödeyeceği bedeli de Başkan’ın ağırlığı, yakın çevresi ve bağlantıları belirleyecektir. Kolay harcanarak biriyse ibret olsun diye Taksim’de sallandırılır, birilerinin ona ihtiyacı varsa yargı koridorlarına süreç uzar, o arada da unutulur.

VERİLECEK CEZA

Heysel faciasından sonra İngiliz takımları—tamamı—Avrupa’daki turnuvalardan beş sene boyunca men edilmişti. 39 kişinin ölümüne neden olan holigan şiddetinin faturası ise Liverpool’a ömür boyu men olarak kesildi. Daha sonra bu ceza önce 10 seneye, ardından altı seneye indirildi.

Şimdi benzer bir bedeli Ankaragücü’nün ödemesi gerekiyor. 12 Eylül yönetimi üç-beş tanesini Kızılay ya da Taksim’de sallandırmaya çok meraklıydı; kendi evlatları da bu cezaya tabi olsun, bakalım bir daha yapabiliyorlar mı?

Ankaragücü bunca sene haksız yere var olduğu Türk futbolundan sınırsız süreliğine men edilmeli, tekrar kabul edildiğinde de en dipten başlamalı. Süper Lig’e tırnaklarıyla kazıyarak çıkabilirlerse çıksınlar sonra. Böylesi bir ceza hem kontrolden çıkmış yöneticileri bir parça korkutacak, hem de futbolda da hiç kimsenin ayıplarının yanına kar kalmayacağını kanıtlayacaktır. Türk futbolunu düzeltmeyecek, temizlemeyecek kuşkusuz. Ama en azından küçük ve önemli bir adım olacaktır.

Bunun ötesinde, insanlığa ve tarihe karşı daha büyük bir sorumluluğumuz var. Siyasi iktidarların eline her zaman tarihin hatasını düzeltecek fırsatlar geçmez ama Ankaragücü Başkanı’nın şiddet eylemi geçmişin hesabını sormak, bir yanlıştan 40 küsur sene sonra dönmek için altın fırsat.

Kenan Evren’in hasarlarını onarmak daha kaç on yıl sürecek, tahmin edemiyorum. Ama şimdi Ankaragücü’nü futbol sahnemizden silecek bir ceza vererek spor dünyasına 12 Eylül’ün verdiği kalıcı hasarı bir nebze de olsa tamir edebiliriz. Bonus: Emre Belözoğlu da nihayet bunca ayıbından sonra ufak bir bedel ödemiş olur.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp