Top
12/04/2022

Bir Ömer Üründül çıksa da Fransa’ya baraj nasıl kurulur anlatsa

Aşırı sağın zayıflamayıp aksine daha da güçlendiğinin göstergesi Macaristan seçimlerinden sonra Fransa’da Emmanuel Macron’un ikinci turda Marine Le Pen’le karşı karşıya gelecek olması. Bugüne kadar iki turlu seçim Fransa’da istikrarlı bir şekilde yükselen aşırı sağın iktidara gelmesini engelledi; Fransız siyasetinde ikinci turda diğer parti seçmenlerin tek bir adayın etrafında kenetlenmesine baraj deniyor. Zamanında bu baraj sayesinde Chirac başabaş ikinci tura kaldığı baba Le Pen’i yenebilmişti. Bir önceki seçimde de Macron’u kurtaran yine baraj oldu.

Ancak dün New York Times’ın altını çizdiğine göre baraj bugünlerde hiç olmadığı kadar zayıf. Bir önceki seçimde kendisini “ortanın solu” olarak tanımlayan ve halkın refahı için birtakım vaatlerde bulunan Macron uygulamada sağa geçti. Fransa’da seçimin kaderini ilk turda yüzde 22 oy alan sol aday Jean-Luc Mélenchon’a oy verenler belirleyecek. Ama sağa kayarak aşırı sağın fikirlerinin Macron sayesinde normalleştirildiğini düşünen seçmen kendisini ihanete uğramış hissediyor. Tam da bu yüzden seçime açık ara favori olarak giren Macron kazanırsa kıl payıyla yeniden seçilecek. Buradan Türkiye’nin çıkarması gereken dersler var.

MERKEZ YOK OLDU

İdeal bir liberal demokraside sağ ve sol partiler olur, bunların çoğu da merkezde yer alır ve birkaç temel farklılık dışında sistemi kökünden sarsacak politikaları olmaz. 90’lı yıllardaki istikrarsız koalisyonlardan AK Parti’nin ikinci dönemine kadar Türkiye’de de durum buydu. Ancak bütün dünyada seçmenler—üzerinde uzun uzun tez yazılacak nedenlerden—dolayı sağa kaymaya başladı. Göçmenlik, ekonomik istikrarsızlık, gelir dağılımın büyümesi, eğitimli ve eğitimsizler arasında açılan uçurum derken aşırı sağ kendisine her ülkede 1930’lardaki gibi yaşam alanı buldu. Gerekçe çoğu zaman ekonomikti, ama kültür savaşları da nüanslarla ilgilenmeyen seçmeni cezbetti. Bu durum merkezi ortadan kaldırdı. En büyük şoku da kendisini sol olarak tanımlayan partiler yaşadı.

Akıl tutulmasının bizdeki örneği laik seçmene radikal dinci bir cumhurbaşkanı adayı dayatılmasıydı. Oysa Türk siyasetinde bazı makamların yapısıyla oynanmaması gerektiği siyasi hafızada kayıtlı. Mehmet Ali Birand’ın “The Özal” belgeseline konuşan ANAP kurucularından Hüsnü Doğan’ın anlattığına göre Turgut Özal’ın kendisinden sonra partinin başına Mesut Yılmaz’ı işaret etmesinin çok önemli bir nedeni vardı: “Başbakan liberal biri olmalı, yoksa sıkıntı çıkar,” demiş Özal. Nitekim siyasetin merkezi şaşmadığı sürece ülke de kutuplaşmamış, ortadan ikiye bölünmemişti.

Ama bu kutuplaşma ve aşırı sağa savrulma bütün dünyayla birlikte Türkiye’nin de kaderiydi. ABD’den Rusya’ya, Çin’den Macaristan’a tarih kitapları bu dönemi otoriter liderlerin devri olarak yazacak. Fransa ise kendisini aşırı sağdan koruyabileceğini, bir şekilde merkezde birleşilebileceğini düşünüyordu.

Ama merkez kendisini sağa çekerse—tıpkı CHP gibi—bu da aşırı sağa yarar. Taklitlerin aslını yaşattığı defalarca test edilip onaylanmış bir önermedir sonuçta. Macron da seçmeni cezbetmek için sağa kaydı, sağ politikaları uygulamaya başladı.

Seçildiğinde dünyadaki otoriter liderler devrinin bir trend olmadığını düşündüren Macron döneminde Fransa’nın göçmenlik politikaları daha da sıkılaştı, polis güçlendi, radikal İslam’la mücadele yükseldi. Fransa daima laïcité’yi demokrasinin üstünde tuttu ama son yıllarda camilerin kapatılması gibi uygulamalarla Müslüman nüfus yok sayılmaya başladı.

Protestonun croissant gibi gelenek olduğu Fransa’da Gilet Jaune gösterileri sırasında polisin tavrı herhangi bir faşist ülkeyi aratmadı. Bu protestoların çıkmasının nedeni de Macron’du, zira orta sınıfı güçlendirmektense zenginlerin işine yarayacak politikaları destekledi, çalışan kesimi ortada bıraktı. Protestolar artan benzin fiyatlarına karşıydı, ama leitmotif orta sınıfın yok edilmesi ve hükümetin uygulamalarının zenginlerin işine gelmesiydi.

Marjinal bir sağ partiden muhalefetin lideri olmaya yükselen Marine Le Pen ise bu ortamda kendisine mağdurun sözcüsü kıyafetini giydi, adeta bir sol siyasetçide olması gerektiği gibi insanların ceplerini koruyacak mesajlar vermeye başladı. Bütün ezberler yerle bir oldu.

AK PARTİ’NİN SOSYALİST DAMARI

Bu geçiş tanıdık gelse gerek. AK Parti de fakire gıda ve para yardımı, sağlık hizmetlerinin herkese yayılması gibi sosyalist politikaları kendi sağ mesajıyla birleştirip iktidarı korudu. Muhalefetin çaresizliği de burada ortaya çıktı zaten. Ana akım seçmene vaat edeceği ne varsa iktidar yerine getiriyordu; daha fazla demokrasi veya özgürlük Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde elitlerin dertleridir.

Türkiye’de muhalefetin nasıl tuzağa düştüğünü gördük. AK Parti’ye alternatif olamayacaklarını anladıkça AK Parti’leşmeye başladılar. CHP’nin çarşaflı açılımı gibi komediler, Ekrem İmamoğlu’nun görevdeki ilk günü belediyeye imam çağırması, radikal dinci partilerle hiç çekinilmeden ittifak kurulması, Ekmel Bey fiyaskosu, Abdullah Gül sevdası… Hala konuşulan isimler muhafazakar; bir Mesut Yılmaz yerine Diet Cola aranıyor.

Merkez siyaset aşırı sağa kayarsa, aşırı sağ marjinal olmaktan çıkar. Bir süre sonra da bu marjinal fikirler normalmiş gibi kabul görmeye başlar, sorgulanmaz: Laik devlette göreve ilk gün imamla başlanmaz, ama bu bile sineye çekildi.

Fransa’da şimdi yaşanan tehlike bu işte. Başkasının oyuna göz koyarken kendi tabanını kaybetmek, barajı tehlikeye atmak. Türkiye’de bir kesim nasıl Ekmeleddin İhsanoğlu’na oy vermediyse Fransa’da da “tıpış tıpış” sağcı Macron’a oy vermeyi reddeden ilkeli sosyalistler var. Fransız seçmeni şimdi sırf daha büyük tehlikeyi önlemek için ehven-i şer’i mi tercih edecek, yoksa merkez soldan aşırı sağa kaymaya başlayan bir hokkabaza dersini mi verecek? Baraj çatırdıyor.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp