Top
Muharrem Sarıkaya

Muharrem Sarıkaya

msarikaya@htgazete.com.tr

05/05/2013

Nişantaşı pireleri...

Başkentli olarak bir kez daha test ettim ki, "Ankara'da hayat, İstanbul'da yaşam vardır" sözü geçerliliğini koruyor.
Hem de "Yanlış hayat, doğru yaşanmaz" diyen Adorno'nun "Kültür Endüstrisi" teorisini var gücüyle destekleyerek.
Ayrıca biz Ankaralıları alışık olmadığı şekilde sürprizler ve hayretler içinde bırakarak...
Örnek mi?
Nişantaşı'nın bazı bölgelerinde pire tehdidi yaşanıyormuş...
Mahalleliden bazıları kolları ve ensesi kıpkırmızı vaziyette hastaneye kaldırılmış.
Ancak iki parmak kar yağdığında devlet sorunu haline getiren İstanbullu bu meseleyi abartma niyetinde değil.
Nedeni de bölgenin cakasının falçata yiyeceği korkusu olsa gerek...
Bir Ankaralı olarak Atiye Sokak'ta gördüklerim de bunu teyit eder nitelikteydi.
Yiyecek, içecek, kalite ve sunumuna aldıran yok.

CESUR ERKEKLER

Ankara'da buradaki gibi bir salata önüne konulsa "Hergele Meydanı'na bağlanmış at mı besliyon?" der anında geri gönderir...
Bunu yemek için oturulan masa, sandalye de aynı kalitede.
Anlıyorum ki önemli olan burada varlığını cep telefonuyla sabitleyip sosyal medyaya sallamak.
Şunu da teslim etmeliyim, buradaki erkeklerden bazıları oldukça bakımlı, yumurta topuklu Ankara erkeğinden de cesur.
Bu tespitimin nedeni moda platformuna dönmüş sokaktan geçen erkekler.
Pembe, mor, yeşil, kırmızı, civciv sarısı pantolon giymişler...
Ankara'da takım elbisedeki renkler ise ayağa düşmüş. Lacivert, mavi, gri ayakkabı moda olmuş.
Kadınlarına gelirsek...
Vücudu deri gibi sarmış pantolonun beli, kalça kemiğinin altında bitmiş.
Gömlek sınırı alttan diyafram, üstten koltuk altında bitiyor.
İki bez parçası arasındaki alanın arka yüzü tuval gibi kullanılmış.
Fırça, spatula yerine dövme tekniği tercih edilmiş.
Omzumun bir tarafından başlayan boyun hareketim diğerinde noktalandığı sırada görüyorum ki moda üzerine çalışan tek ben değilim.
Burçin Satmış da takipte.
Doğan Satmış ise seçtiği muhteşem şarap eşliğinde Tayfun Topal ise Mülkiyeliler Bahçesi tarzı derin konular tartışıyor.
Bu muhabbet arasında bir başka bölgeye Asmalımescit'e vardığımda sanki yüz yıl önceye dönüyorum.

SEYYAL YILDIZI

Öyle başına sonuna, sayın, bey, bayan eklenmeden herkes ismi ile tanıştırılıyor...
Sıra ona gelince "Seyyal" denilip geçiştiriliyor.
Her yüz yılda bir dünyanın etrafında bir tur atan ve yerinde hiç durmayan seyyal yıldızı ile sanki bir asır sonra tekrar karşılaşmış gibi yıllar öncesine gidip masalsı giriyorum söze:
"Yıl, 1982... Yer, Başkent Gazinosu..."
"Kuliste Nükhet Duru ile sohbete dalmışken öyle bir geçmişti ki..." deyip ekliyorum:
"Son verdim kalbimin işine diye başlamıştınız..."
Beyaz renkli perdesiz gitarı ilk onun orkestrasında gördüğümü, bir davulcunun nasıl şov yapabileceğine tanıklık ettiğimi anlatıyorum.
Dansçı kızların vamp danslarına gelince masadakilerin "Ohhoooo..." sesleriyle susuyorum.
Devamını Seyyal Taner getiriyor.
Masanın ruhu bir plak olup 45'liğe taşınıyor...
"Zamanım geldi, ben artık ayrılayım' diyor...
Bir seyyal daha akıp gidiyor...
Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp