Top
03/03/2024

Devletin gücü ve nüfus dinamikleri: Bir bakış açısı

Bugün, Türkiye'nin nüfus yapısındaki değişimler üzerine bir değerlendirme yapmak istiyorum. Günümüzde her devletin gücü, ekonomik yapısı, sanayi gelişimi ve üretim vizyonuyla ölçülmekte ve bu güç nüfus yapısıyla da doğru orantılıdır. Nüfusun yaşlanması veya gençleşmesi, ülkenin geleceğini belirlemede çok önemli bir faktördür.

Türkiye İstatistik Kurumu'nun verilerine göre, ülkemizde yaşlı nüfus hızla artmaktadır. 2023 yılında 65 yaş ve üzeri vatandaş sayısı 8 milyon 722 bin 806 kişiye ulaşmıştır. Bu rakamın önceki yıllara göre artış göstermesi, demografik yapımızda önemli bir değişimin yaşandığını göstermektedir.

Ancak, yaşlı nüfusun artışıyla birlikte genç nüfusun da azaldığını görüyoruz. Genç nüfusun azalması, ekonomik büyüme ve kalkınma açısından endişe vericidir. Bir ülkenin rekabet gücü, sahip olduğu genç ve dinamik nüfusa bağlıdır. Bu nedenle, genç nüfusun korunması, istihdam edilmesi ve eğitilmesi büyük önem taşımaktadır.

Toplumun yaş ortalamasını düşürecek olan genç nüfusun yaşlı nüfus kadar artış göstermemesi önümüzdeki yıllarda başımızı ağrıtacak büyük bir sorundur. Bu durum, sosyal güvenlik sistemlerini zorlayacağı gibi sağlık hizmetlerini de olumsuz etkileyecektir. Aynı zamanda, genç nüfusun azalması, ülkenin üretkenlik ve inovasyon potansiyelini de ciddi oranda sınırlayacaktır.

Akademik ve bilimsel veriler bu tabloyu idrak edebilmemiz noktasında çok önemli bilgiler sunmaktadır.

Bu konuda bilimsel manada ülkemizdeki ilk matbu eseri yazan kişi İstanbul Darülfünun Emini (Rektör), 5. ve 6. Dönem Bilecik Milletvekili Prof. Dr. Besim Ömer Akalın'dır. Yaklaşık 100 yıl önce yazmış olduğu "Nüfus Mes'elesi ve Küçük Çocuklarda Vefeyat (Ölümler)" konulu kitabında Akalın, nüfusu azalan ülkelerin güç kaybedeceğini, makineleşme olsa bile bu makineleri kullanacak kalifiye insanlara mutlaka ihtiyaç duyulacağını söylemektedir

Ve şöyle eklemektedir Akalın Hoca: binaenaleyh nüfus artışının en iyi çaresi milletin fertlerinin doğumunun artırılmasıdır. Yani doğum sayısının artırılmasıdır. "Doğum sayısının artışını teşvik ve her ailenin en aşağı üç çocuğu olmasının teminidir." demektedir. (Osmanlı Türkçesi ile: Nüfus Meselesi ve Küçük Çocuklarda Vefeyat, Sayfa 24, İstanbul, 1339; Günümüz Türkçesi ile Hazırlayan: Cevdet Erdöl, Editör: Ahmet Zeki İzgöer; Sağlık Bilimleri Üniversitesi Yayınları, 2023).

Osmanlı İmparatorluğu'nda nüfus artışının yavaşlaması, çok ciddi olumsuz sonuçlar doğurmuştur. Nüfusun istikrarlı bir şekilde artmaması, ekonomik kaynakların azalmasıyla sonuçlanmıştır. Bu durum, işgücü potansiyelinin ve tarım üretiminin sınırlanmasına neden olmuştur. Ayrıca, askeri potansiyelde bir azalma meydana gelmiş, çünkü genç ve erişkin nüfusun sayısındaki artışın yavaşlaması, ordunun gücünü ve etkinliğini zayıflatmış, iç ve dış güç dengelerindeki zayıflık da çöküş sürecini hızlandırmıştır. Bu nedenle, nüfus artışındaki bu düşüş, imparatorluğun sonunu hızlandıran önemli bir faktör olmuştur.

Dönemimizin en önemli tarihçilerinden Prof. Dr. Erhan Afyoncu'nun yakın zamanda Sabah Gazetesinde yayımlanan "Osmanlı imparatorluğu nüfusu artmayınca çökmüştü" başlıklı makalesinde yer alan çok önemli tespitlerini de okumanızı tavsiye ederim.

Genel bir prensip olmak üzere denilebilir ki yaşlanan nüfusu desteklemek için doğum oranlarının artırılması gerekmektedir. Ailelere doğum yapmaları için teşvikler sağlanmalı ve anne-babaların iş-yaşam dengeleri kolaylaştırılmalıdır. Ayrıca, gençlerin eğitim ve istihdam olanaklarının genişletilmesi de önemlidir.

Sn. Cumhurbaşkanımızın gençlere yönelik "en az üç çocuk" çağrısı da bu süreçte önemli bir adımdır. Ancak, bu çağrı sadece gençlerin çocuk sahibi olmalarını teşvik etmekle kalmamalı, aynı zamanda çocuk sahibi olan ailelere destek ve kolaylıklarla desteklenmelidir. Anne ve babaların iş ve aile yaşamlarını dengelemeleri için gerekli önlemler alınmalıdır.

Türkiye'nin demografik yapısındaki değişimlere dikkat etmek ve bu değişimlere uygun politikalar geliştirmek önemlidir. Gençlerimize daha iyi bir gelecek sağlamak, yaşlılarımızın da huzur içinde yaşamasını temin etmek hepimizin sorumluluğudur. Bu süreçte, toplumun her kesiminin katılımı ve desteği önemlidir.

Bu pencereden bakıldığında;

Gazze'de yapılan katliamda "özellikle çocukların öldürülmesinin altında yatan niyeti" bir daha etraflıca düşünmemiz gerekiyor. Çocukları (hastanede, yoğun bakımdaki bebekler dahil olmak üzere) bilinçli bir şekilde öldüren Siyonistlerin "Gazze'de soykırım" ötesinde "Gazze'nin kökünü kazımak" niyetinde olduğu ayan beyan anlaşılmaktadır. Katliamın aktörü her ne kadar İsrail görülse de yangına körükle gidenin, soykırımı desteklemekten öte teşvik edenin Siyonistlerin oyuncağı ABD yönetiminin olduğunu unutmayalım. Döktükleri kanda ilk olarak boğulacaklar onlar olacaktır.

İslam dünyası da bu vahşet karşısında sessiz kalmamalıdır. Artık, lüks sofralarındaki sessizlik, açlıktan ölen masum çocukların çığlıklarını bastıramaz. Bu zulme karşı sessiz kalmak, bir vebalin altında ezilmek anlamına gelir ve herkes, bu vebalin bedelini ödemek zorunda kalacaktır. Hesap vakti yakındır ve herkes için adaletin sağlanması kaçınılmazdır.

Sağlıkla kalınız.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp