Top
Mustafa Kartoğlu

Mustafa Kartoğlu

mustafa.kartoglu@aksam.com.tr

24/12/2021

Dünyada kartların karıldığı dönem' ne demek?

Dünyadaki gelişmeleri izleyenler, bir süredir farklı bir kıpırdanmanın 'hareket' haline gelmekte olduğunu görüyorlar.

'Arap Baharı' diye başlayan hareket bu kapsamdadır. Sonradan 'sonbahar'a dönüştüğü söylense de, kanımca başarısız olmuş bir hareket değildir.

'Başarı' kriterini Arap halklarının 'demokratik düzenler kurması' olarak koymak yanıltıcıdır.

Her hareket yeni şartları oluşturur.

Arap Baharı da sonraki olaylar için yeni şartlar oluşturdu.

Bu şartlar, yeni hareketler oluşturuyor. Sömürge dönemi ve iki dünya savaşı şartlarıyla oluşan devletler dengesi, daha önce olduğundan farklı şekilde ve 'tonda' sorgulanıyor, hatta sarsılıyor.

***

Bu girişin altı çok genişçe doldurulabilir. Ancak bu, konunun uzmanlarının işi. Ben, sömürge ve dünya savaşları sonrası oluşan büyük güçler ve etki alanlarına dair birkaç örnek üzerinden Türkiye'nin önünde açılan kapılara işaret edeceğim.

***

Afrika ülkeleri ve Arap ülkeleri, Avrupalı eski sömürgecilerinin ve ABD'nin kontrol ve yönlendirmesine karşı bir hareketlenme içindeler.

Aynı şey ABD'ye karşı Avrupa için de geçerli. Onlar da iki dünya savaşı sonrası ABD'nin uluslararası sistemin fiilen 'başına geçmesi'nden, NATO gibi güvenlik şemsiyelerinin sapını elinde tutmasından rahatsız.

***

Esasen, Körfez ve Afrika ülkeleri, bugüne kadar üzerlerinde etkili olan güçlerle ilişkilerinde 'temel bağları' koparmak istemiyorlar.

Ancak onların yanına -belki de gelecekte 'yerlerine ikame etmek' üzere- yakın gelecekte küresel liderlik pozisyonu gördükleri güçlerle yeni 'temel bağlar' oluşturmaya çalışıyorlar.

Aynı şekilde ikili ve bölgesel ilişkileri ve işbirliklerini daha çok önemsiyorlar.

Güvenliklerini 'hakim güç'e ihale etmekle tehditlere karşı bağışıklık kazanamayacaklarının farkındalar.

Tehditlerin 'korunma' ile birlikte 'işbirliği'nden de geçtiğinin farkındalar.

'Hakim güç'ten 'orantılı bağımsızlaşma' ve küresel düzeyde sadece 'muhatap' değil 'ortak' olma peşindeler.

***

Avrupa da çok farklı değil.

Onlar da ABD ile 'temel bağları' korurken, kendi aralarındaki işbirliklerini güçlendirme peşindeler.

Güvenliklerini NATO görünümünde ABD'ye teslim etmekten mutlu değiller.

AB dışındaki İngiltere ve Balkanlar, hatta Türkiye dahil Avrupa'da yakın işbirliğinin, tehditler karşısında daha koruyucu çözümler getireceğinin farkındalar.

Coğrafyalarının Rusya, Ortadoğu, Afrika ve Asya'ya yakınlığı, tehditler konusunda ABD'nin önerdiği çözümleri geçersiz kılıyor.

Ancak, Körfez ve Afrika ülkelerinden iki farkları var:

Birincisi; 'eski hakim güçler' olmaları, Avrupa ülkelerini 'yöntem' konusunda sınıyor. Zira yöntemleri henüz 'eşit ortaklık' önermekten uzak...

İkincisi; yakın gelecekte küresel güç olma potansiyeli gösteren Türkiye gibi ülkeleri 'ortak' değil 'rakip' olarak görüyorlar.

***

Burada Türkiye'nin rolü ön plana çıkıyor.

Dikkat ederseniz, Türkiye, bir süredir enerji emen AB süreci veya ABD ile ambargo/yaptırım süreçlerine vakit harcamıyor.

Bunun yerine Körfez ve Afrika ülkeleriyle ilişkilerini geliştiriyor.

Orta Asya ve Kafkasya'da barış ve istikrara en büyük katkıyı veriyor.

Kendisine 'rakip' olarak bakanlarla değil, geleceğin küresel gücü olarak görenleri önemsiyor.

Ve onlara ABD ve Avrupa'nın yöntem ve önerileriyle değil, 2 bin yıllık devlet geleneği, tarih, kültür ve inanç sermayesiyle 'eşit ortaklık' önerisiyle yaklaşıyor.

Beklentiler buluşuyor.

***

Türkiye bu sermayesini, Suriye'den Libya'ya kadar Doğu Akdeniz'de, Azerbaycan'dan Afganistan'a kadar Kafkaslar ve Orta Asya'da 'askeri gücü' ile de destekliyor.

Bu coğrafyaya 'diplomasi' ve 'ekonomi' gücünü de katıyor.

Aynı diplomasi gücünü, çoğu AB üyesi de olan Balkan ülkeleri, Ukrayna, Azerbaycan-Ermenistan, yine Afganistan ve Afrika için de ortaya koyuyor.

Ve nihayet, Avrupa, ABD ve Rusya gibi aktörlerin önünde buralardan aldığı güçle yeniden çıkıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın önceki gün AK Parti TBMM Grubu toplantısında "Dünyada kartların yeniden karıldığı dönemde Türkiye, bugüne kadar kaçırdığı vagonları yakalamayı değil, birinci sınıfta olmayı hedefliyor" demesini bir daha düşünün.

Parti aidiyeti veya 'iktidar muhalifi' kafasıyla değil.

Salim kafayla...

Türkiye kafasıyla...

ZÜRAFA SOKAK...

Bu, mevzubahis etmekten bile ar ettiğim bir kelime.

Hafta başında Beyoğlu Belediye Başkanı Haydar Ali Yıldız'ın davetiyle, artık bir kültür sokağı olarak planlanan İstanbul Karaköy'deki Zürafa Sokak, Alageyik Sokak ve Cengiz Sokak'ın bulunduğu, şükür ki 'eski' genelev bölgesinde gördüklerim beni yazmaya mecbur bıraktı.

***

Sokaklar, katlardan dökülmüş kırık cam ve çerçeve parçalarıyla, o vdalardan fırlatılmış eski yatak yorganlarla dolu. Hurdacıların topladığı demir karyolalardan arta kalanlar, köşe başlarında sıralarını bekliyor.

'Hane'lerin girişindeki duvarlara döşenmiş fayanslarda kV Duvarlarda vergi levhası, vizite tabelası, turistik posterler ve 10 yıl öncesini gösteren saatli maarif takvimi...

Evsizlerin ısınmak için yaktıkları eşyadan duvara sinmiş duman kokusu arasında üst katlara çıktıkça, buralarda yaşanan dramların izlerini görüyorsunuz.

Burası 'Sibel'in odası, 'havalı Deniz' şu odadaydı...

Bir yatak ve bir lavabodan ibaret 'çalışma' odaları...

Hayaller, duvarlara bantla yapıştırılmış afişler ve özenle çerçevelenmiş anne çocuk resimlerinde saklı.

Kırmızı pabuçlar, 'apartman taban' sandaletler, uzun çizmeler, ikinci el satış değerleri bile kalmadığı için koridorlarda, merdivenlerde...

***

Nazi kampından, Pol Pot hapishanesinden filmlere yansımış sahneler değil bunlar...

Hepsi bu ülkenin vatandaşlarıydı.

Yüz yıldan fazla buna nasıl göz yumulduğuna, nasıl tahammül edebildiğimize üzülerek, hayıflanarak, öfkelenerek ayrıldım...

MAVİ CEKETLİLER HEP GELİR DE...

Büyük güçlerin 'koruyucu kahraman' rollerinin sorgulanması, sallanması aklıma -hâlâ okuduğum- çizgi romanları ve vahşi batı filmlerini getirdi.

Kızılderililer hep 'haydutların' saldırısına uğrar, 'Mavi ceketliler' her zaman yetişirdi.

Ama Kızılderililer öldükten, haydutlar kaçtıktan sonra!

Ardından, 'madem gittiler, bari arazi boş kalmasın' diye tren yolu geçirilir, kasabalar kurulurdu.

İnşallah umduğum gibi, Kızılderililer artık bunun farkındadır!

ERDOĞAN'IN TAVŞAN ÇİFTLİĞİ Mİ VAR?

'Erdoğan yine şapkadan tavşan çıkardı' dediler...

Elbette mevzu şapka da değil, tavşan da.

Ama 'metaforik' olarak kullanırsak, Erdoğan'ın şapkasında daha çok tavşan var.

Hatta arkada tavşan çiftliği var.

'Memleketi batırdı' sözü akılla söylenecek söz değil. Batan ülkede iktidar gider.

Erdoğan ise seçim kazanmayı biliyor. Kazanmak için milletin gönlünü kazanması gerektiğini de.

Mevzu tavşan değil, hâlâ anlamadınız mı?

Buna liderlik ve liderliğin en önemli silahı olan 'sürpriz faktörü', 'şaşırtma yeteneği' denir.

FETÖ suflesiyle siyaset yapanlar, 'şu ayın şu günü seçim olacak' diyenler bunu anlamayabilir.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp