Top
Mustafa Kartoğlu

Mustafa Kartoğlu

mustafa.kartoglu@aksam.com.tr

12/04/2024

Profesyonel kötülüğün bayramı!

Seçimler siyasetin gerginliğini alırmış...

Bayramlar dargınlıkların, kırgınlıkların giderilmesi için fırsatmış...

Ne demokratik ne de manevi değerlere inancı olmayanlar için bunların bir önemi yok.

***

31 Mart'tan sonra, yerel iktidarda güçlenen siyasi partiler ve kimi aktörlerden, merkezi iktidara yönelik 'sıcak mesajlar' üzerine birkaç gün güzellemeler yapıldı.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, artık Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'ne gideceğini ima etti, aynı yönde adım da attı, bayramda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı aradı, Erdoğan da daha sonra geri arayarak Özel ile bayramlaştı.

Güzel...

***

İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu ise "Cumhurbaşkanı Erdoğan'dan randevu isteyip istemeyeceğine" ilişkin 'sorular üzerine', "İstedim, istiyorum. Tekrar istiyorum, bakalım ne olacak? Sandalye kırık olmasın yeter. Hükümete, yerel ve ulusal meseleler konusunda iş bölümü, vatandaşımızı ilgilendiren tüm meseleler de işbirliği, dürüst ve adil rekabet öneriyorum" dedi.

"Bakalım ne olacak?"

"Sandalye kırık olmasın!"

"Dürüst ve adil rekabet!"

Randevu talebinin içinde bir küçümseme, bir intikam, iki de suçlama var!

Nasıl da sıcak ve samimi bir işbirliği mesajı ama!

Eşi Dilek İmamoğlu'na da bir söyleşi ile 'yumuşama mesajı' pası atılmış.

Emine Hanım'dan daha önce mektup aldığını, birlikte projeler yapmak istediğini, böylece siyasetteki gerilimli ortamı yumuşatabileceklerini belirtmiş ve "Çünkü kendisi de sonuçta ülkenin tanıdığı, çok değerli bir insan. Ve çok da güzel projeler de yapıyor" demiş.

"Sonuçta..."

Bütün güzel cümlelerin içinde beyaz taş gibi duruyor...

***

Bu haberleri ilk okuduğumda, "Tamam, boğazlarında bir düğüm var gibi çok içten cümle kuramıyorlar ama en azından olumlu bir niyetleri var" diye düşünmüştüm.

Bu düşüncemi önce İmamoğlu'na seçim kazandıran adam olarak kendini tanıtan kampanyasının lideri Necati Özkan yıktı.

Özkan, yeni başkan seçilen CHP'li Alper Yeğin'i kutlamak için gittiği Sancaktepe Belediyesi'nin başkanlık katının 6 bin metrekare olduğunu, katta bir jakuzi ile 200 metrekarelik mutfak bulunduğunu iddia etti.

İmamoğlu'nun 'kent ittifakı' paydaşları, kendilerini büyük muhalif, iktidarın yalanlarına karşı devrimci mücadele veren dürüst siyasetçi vb diye satanlar sosyal medyadan paylaştılar...

Bir de devasa jakuzi fotoğrafı eklediler, 'kanıt' olarak!

AK Partili başkan Şeyma Döğücü, sosyal medyadan ve televizyonlara bağlanarak iddiaları yalanladı.

Necati Özkan, yalanını "Jakuzi ile kastettiğim kocaman bir banyo teşkilatıydı" diyerek perdelemeye çalıştı.

Fotoğraf internetten alınmıştı, belediyede jakuzi yoktu!

***

Başörtülü bir kadın AK Partili başkan, stadyum büyüklüğünde makam odası ve devasa bir jakuzi!

Bir siyasal iletişimci, bir propagandist, bunu boşboğazlıkla yapmaz, insanların kafasına imaj yerleştirmek için yapar.

Hitler'in propagandisti Göebbels'in, "Büyük bir yalan söyle ve bunu tekrarla" öğretisindeki gibi...

***

Bir başka kötülük de eş zamanlı ortaya çıktı.

Evren Barış Yavuz adlı bir x hesabı, dünya askeri stratejilerinde devrimsel değişim yaratan Türk İHA ve SİHA üreticisi BAYKAR'ı, "İsrail'e jet yakıtı satmakla" itham etti.

Teknoloji şirketi ile jet yakıtı ticareti arasında bağlantı kurmaya bile gerek duymadan!

Takipçilerinin 'ne alaka' diye sorgulamayacak kadar propaganda etkisi altında olduğundan emin!

Yavuz, sosyal medya paylaşımına göre, İBB'ye bağlı İstanbul Planlama Ajansı 'ailesinde' 4 yıldır başarılı çalışmalar yapan bir isim. Yani İmamoğlu'nun 2019'da seçilmesinden sonra...

Son seçimde ayrıca, CHP'i Beşiktaş Belediye Başkanı Rıza Akpolat'ın kampanya stratejisini hazırlamış, Machina Creative Thinking Office şirketi üzerinden.

BAYKAR Genel Müdürü Haluk Bayraktar, muhtemelen bu yüzden Yavuz'u değil, İmamoğlu'nu muhatap aldı ve "Tasmalı köpeklerini saldırtmayı bırak. Yalandan başka söyleyecek lafın varsa, mertçe yüzümüze söyle de cevabını verelim" açıklaması yaptı.

Mesajı Yavuz aldı ve X hesabını kapattı, kayboldu.

İmamoğlu ise bireysel olarak kendisini muhatap alan çağrıya cevap vermek için İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin kurumsal kimliğini kullandı.

Açıklamada, Yavuz'un iftirasına, hesabını kapatmasına, belediye kurumunda çalıştığına, CHP kampanyalarında görev aldığına değinilmedi, 'durduk yere açıklama yapmış' gibi Haluk Bayraktar 'iftira atmakla, kötülük yapmakla, kin ve nefretle toplumu kutuplaştırmakla' suçlandı!

***

Bireysel kötülük genellikle kişisel sorunlardan ortaya çıkar.

Anlık öfkeyle de...

Ama profesyonel kötülük organize bir iştir.

Ve önce hedefini kötü olmakla suçlar!

***

Bütün bunlar olmuşken, CHP Genel Başkanı Özgür Özel Cumhurbaşkanı Erdoğan'ı arayarak bayramlaşıyor.

Bundan umutlanmalı mıyız?

Kendisini de oraya getiren 'forveti' ve ajansının organize kötülüğünü durdurabileceğine inanmalı mıyız?

Yoksa 'ters manyel' ve 'sağ gösterip sol vurma' üzerinde mi düşünmeliyiz?

ÇEKİRDEK ÇİTLERKEN İZLEMEYİ GEREKTİREN BAZI ŞEYLER...

Bayramda, 'bayramlık ağzını' açanlar da oldu.

Gazeteci Uğur Dündar ile eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu kapıştı.

Kılıçdaroğlu, Dündar'ın, "Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanlığı seçiminde kendi adaylığını dayatmasaydı İmamoğlu veya Mansur Yavaş kazanabilirdi" sözlerine açık mektupla cevap verdi.

Dündar'ı şöyle tanımladı:

"68 kuşağı fırtınasında gemisine dalga vurmamış Uğur Dündar." "1980 darbesinin 'Bizim Uğur'u."

"28 Şubat sürecinin alt yapısında emeği olan, iş başörtü sorununa geldiğinde; 'İnadına mini etek, inadına dekolte' sloganlarına katkı sunan Uğur Dündar."

"Sağlık skandalı haberi adı altında 'Tesettür Faciası' başlığıyla, toplumdaki kutuplaşmanın her daim ekmeğini yiyen Uğur Dündar."

***

Hatırlamayanlar vardır; 'Tesettür Faciası' haberi, 7 Nisan 2007 gecesi "AK Parti iktidarına e-muhtıra" diye bilinen Genelkurmay açıklamasından yaklaşık 4 ay önce, Hürriyet gazetesinde Uğur Dündar imzasıyla yayınlandı. Haberde, "Konya Numune Hastanesi'nde tesettürlü bir hekimin, testislerinden sorunu olan bir çobana bakmadığı" iddia ediliyordu. Haber asılsız çıkmıştı. Habere ve gerçeğin nasıl çarpıtıldığına internet taramasıyla ulaşılabiliyor.

Bu tanımlamalara karşı şahitlik edemem.

Ama Dündar'ın kendini savunurken söyledikleri de doğru.

Kılıçdaroğlu, Uğur Dündar'ın programlarında dönemin Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek ve AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat ile tartışarak parladı.

Daha sonra defalarca söyleşi vermek için Dündar'ı tercih etti.

Bir iki sözünü de ben hatırlatayım;

Daha birkaç yıl önce, "En zor koşullarda... Darbeler yaşandı, sıkıyönetimler ilan edildi, gıdadan tutun vergi kaçakçılığına kadar bütün alanlarda en can alıcı noktaya değinen kişinin adı Uğur Dündar. Hakkını teslim etmek lazım" bile dedi.

"Siyasi muhataplarıyla tartışma" davetlerini 'tarafsız bir gazeteci olarak' Uğur Dündar'ın programına yaptığını da özellikle vurguladı.

Bunlara 'güzel alet' video da şahitlik ediyor, Youtube'da!

Dündar, "Ey Kemal Kılıçdaroğlu madem Uğur Dündar kötü bir gazeteciydi, neden en kritik zamanlarda röportaj için hep onu seçtiniz" derken haklı.

***

Bazı şeyleri çekirdek çitleyerek izlemesi geliyor insanın!

***

Öte yandan;

Kılıçdaroğlu'nun diğer sözleri belki ciddiye alınabilirdi;

28 Şubat sürecinin ikna odacılarını milletvekili yapmamış olsa...

'İnadına mini etek, inadına dekolte' sloganlarına tepki göstermemiş olsa...

'Tesettür faciası' operasyonunun siyaseten ekmeğini yemeye çalışmasa...

Helalleştik dediği muhafazakarlar, 'milletvekili karşılığında ittifak' ettiği 4 parti genel başkanından ibaret olmasa...

Merhum Mustafa Pehlivanoğlu ve Sinan Ateş'in adını 'siyasi malzeme' olarak kullanmasa...

'Eren Bülbül ile ağladık' derken, onu şehit edenlere ağlayanlarla işbirliği yapmasa...

'CHP değişti' derken buna Cemal Enginyurt'tan fazla kanıt gösterebilse...

AK Parti ve MHP'ye oy verenler için 'bunlarla selamı sabaha kesin, sofralarına oturmayın' diyerek ayrıştırmanın, kutuplaştırmanın dibini görmemiş olsa...

Her şeyi 'malzeme' olarak görmek nasıl bir şey?

Dün öylesi işime geliyordu, bugün böylesi...

***

Bir şey daha;

Kılıçdaroğlu'nun açıklamasında Uğur Dündar'a yönelik bir bölüm de dikkatimi çekti, ancak anlam veremedim:

"Buradan size ve temsil ettiğiniz kimliğe ekmek çıkmaz! Toplumun inanç ve değerleri ile siz ve temsil ettiğiniz kimliğiniz, mıknatısın iki ayrı kutbu gibisiniz."

Hangi kimlikten söz ediyor?

CHP'Lİ BAŞKAN 'O KATI' HALKA AÇMIŞ AMA FOTOĞRAF ZEMİN KAT!

Bu arada, CHP'li başkan Alper Yeğin de 'gerçeği açıklıyormuş gibi' yaparak, jakuziden bahsetmeden, daha önceki başkan döneminde 'lüks bir banyo' yapıldığını, "jakuzi meselesinin çok değersiz kalacağı lüks ve batırılan bir belediye hikayesini yakın zamanda sizlerle paylaşacağım" diyerek, iddiayı 'lüks, şatafat' algısı üzerinden devam ettirme ahlakını (!) gösterdi.

Binayı da yaptıran önceki başkan, halen AK Parti Istanbul Milletvekili İsmail Erdem de 'başkanın katı' denilen katta makam odasının yanısıra özel kalem, danışmanlar, toplantı ve halkla ilişkiler odaları, misafir bekleme salonu, mescit ve 20 metrekare mutfak bulunduğunu açıkladı.

CHP'li başkan Alper Yeğin'in 'binanın kapılarını halka açtığına' dair bir haberi sadece Sözcü'de gördüm.

Üç fotoğraftan birinde binanın dış görüntüsü var.

İkincisinde zemin kat lobisinden bir görüntü ama üzerine 'sadece başkanlık katı 6 bin metrekare' yazılmış!

Üçüncüsü ise binanın önündeki meydan ama altındaki yazı "Belediyenin bahçesi de kocaman"!!!

Haberin içinde başkanlık makamı, lüks, şatafat, banyo, jakuzi veya mutfak görüntüsü ve bahsi yok!

Bina halka açılmış!

Görünenler de bunlar!

Alper Yeğin de etik değerleri olan bir siyasetçi!

Çok mu zordu ajansları davet edip başkanlık katını gezdirmek, banyoyu, mutfağı göstermek?

ALMANYA'NIN YÜZSÜZLÜKLE İMTİHANI!

Almanya, Filistin'in tamamını açık hapishane olarak işgal altında tutan, Gazze'yi yerle bir ederek kayıplar, ağır yaralılar hariç 35 bine yakın insanı Müslüman oldukları için katleden İsrail'in ABD'den sonra en büyük silah, bomba ve askeri teçhizat tedarikçisi.

Nikaragua, Uluslararası Adalet Divanı'nda 'soykırıma yardım' suçlamasıyla Almanya aleyhine dava açtı.

Almanya savunmasını bayramın ilk günü verdi.

Almanya'nın hukuki temsilcilerinin ilk sözü şu oldu: "İsrail'in güvenliğinin Almanya dış politikasının merkezinde yer almasının nedeni tarihimizdir."

Türkçesi: Zamanında Yahudilere soykırım yaptığımız için onların yaptıklarına destek veriyoruz!

Sonra da, "Zaten İsrail'in soykırımdan mahkum edildiği bir mahkeme kararı yok ki" kabilinden savunma yaptılar.

Büyük yüzsüzlük...

Suçlama zaten, "BM Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi'ni ihlal"...

Yani soykırım olurken silah ve mühimmat temin ederek soykırıma destek vermemek gerekiyor.

Bunun için de 'kanıt' yeterli, mahkeme kararı beklenmez.

Hitler ve Naziler hakkında da Nürnberg'e kadar yargı kararı yoktu!

Ama soykırım vardı...

Nikaragua'nın avukatları Almanya'nın düştüğü hali şöyle tanımlamış: "Hem İsrail'e silah satıp hem o silahlarla vurulan Filistinlilere insanî yardım sağlamak acınası bir durum."

ABD, İngiltere ve Fransa gibi ülkeleri de tanımlıyor.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp