Top
Ünal Bolat

Ünal Bolat

unal.bolat@tg.com.tr

27/01/2023

Dünya bir hayretten öte ne ki?

Liseli yıllardan beri en iyi arkadaşım olan Mahmut ile geçen yıllarımı ve onunla yaşadığım son günleri anlatmaya devam ediyorum…

Mahmut’un herkesi güldüren bu muzip tarafı tartışmasızdı ama her kahkaha tufanından sonra gelen alkışlar gibi vapur yolcuları da onun komedi yanına gülmekten kırılır ama nihayet vapur yolcularıyla birlikte hareket ederken biz iki arkadaş dönerdik yalnızlığımıza…

Yıllar geçti… Askerlikler, iş hayatı derken ayrı şehirlerde yaşadık. Sadece arada bir telefonlaştık.

Uzun bir zaman sonrası İstanbul'da aradım, bendeki telefon numarasından. Birisi çıktı:

“Onlar taşındı buradan şimdi filan adreste oturuyorlar” dedi.

Üsküdar Salacak’ta karanlık, nemli, küçük bir camdan anca sokağın taşlarına bakan bir bodrum katında buldum onu... Eşi beni içeri almadan uyardı:

“Çok değişti… Çok hasta… Kanser onu yedi bitirdi” dedi.

Yüreğim çarparak içeri girdim… Henüz kırk altı yaşındaki doksan kiloluk adam yatakta bir avuç kalmış yatıyordu. Yüzü çarpılmış, bambaşka bir form almıştı... Çenesi, ağzı, gözleri, elmacık kemikleri…

Önce anlamsızca baktı, sonra tanıdı, gözleri parladı bir anlığına… Bir şeyler söyledi… Küçük kızı anlıyordu sadece babasını. Yanına oturdum, elini tuttum... Hafifçe sıkabildi...

“Ne bu hâl koçum, kalksana yataktan artık, iyileşsene aslanım” dedim… Gülmek istedi, uzun bir öksürük krizi tuttu... Zor bela duruldu. Dudakları oynadı, belli belirsiz fısıldadı... Kızı yüzüne eğilip “söyle baba” dedi. Bir şeyler mırıldandı uzun soluklanmalarla. Çarpılmış yüzünde belli belirsiz o eski muzip parlamayı görüyordum sanki... Elimi bırakmıyordu… Kızı doğruldu:

“Hakan amca tam anlamadım ama ‘sor, yeni numaram nasılmış?’ dedi…

Her hafta gittim yanına... Ben bekledim o uyudu… Ben anlattım o susup gözlerini ayırmadan bana baktı…

Yüzümde siyah beyaz bir film seyredermiş gibi bazen gülümseyerek, yutkunarak, acıyan bir ifade ile çoğu zaman, onlarca dakika izledi beni...

Geçmiş günlerimizi, mutlu kahkahalarımızı, sohbetlerimizi görüyordu sanırım…

Vapurun Yeniköy iskelesinden ayrılışını, ona yapılan tezahüratları, sallanan elleri özlüyordu.

Bir kasım günü… Beni telefonun başında güz yağmurları misali içimi çeke çeke, öksüz bir çocuk gibi ağlatarak… Tek başıma bırakıp gitti...

     Hakan Kınay

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp