Top
27/09/2022

Sarayda tek başına

Geçen hafta II. Elizabeth ile geçti gitti. Biz hep kraliçelerin çok mutlu olduklarını düşünürüz. Sahi hayatları masallardaki gibi mi acaba?  
Kutsal Roma İmparatoru I. Franz ve eşi İmparatoriçe Maria Theresa’nın 15’inci çocuğu olan Avusturya arşidüşesi Jeanne Marie Antoinette von Habsburg, Viyana Hofburg Sarayı’nda doğar.
Kalabalık ve neşeli bir ailedir, hususi dadılar bakar onlara.  Annesi hudutlar çizer ‘nasıl olmaları gerektiği hususunda.’   Ancak Marie en ciddi mürebbiyeleri bile güldürür, aklı hep oyunda.
Derken kızlar büyür ve Avrupalı aristokratlarla evlenip uzaklaşırlar.
Avusturya’nın Fransa ile arası açıktır, Ekslaşapel Antlaşması (1748) ile dargınlığa nokta koyulur. Dostluğun devamı için kız alıp vermeli akrabalık kurmalıdırlar. Fransa tarafında bir damat adayı vardır: Veliaht Louis-Auguste!
Evlilik çağındaki iki ablası sâri (bulaşıcı) hastalıktan ölünce Marie öne çıkar.
Ve beklenen buyruk gelir “evleneceksin hazırlan!” Henüz 14 yaşındadır.
Zavallının Fransızcası yoktur, pot kırmaktan korkar. Annesi onu kızağa çeker, sıkı bir eğitime tabi tutar.

Bİ’ KINA YAKMADIKLARI

Önce Viyana’da bir düğün yapılır, müstakbel eşi Louis-Auguste yoktur ortalıkta. Diyeceksiniz ki, ne acele? Politika efendim Paris’e “Avusturya arşidüşesi değil, Fransa döfnesi” olarak giderse puan kazanacaktır halk nazarında.
Viyana’yı ağlayarak terk eder, alıştığı insanlara veda. Yol boyunca geçtiği şehirler bayram yerine döner, meşaleler yakılır, şölenler verilir onuruna.
Versay Sarayı’nda onu kraliyet ailesi karşılar. Eşi veliaht Louis-Auguste tuhaf bir gençtir, hiç de romantik sayılmaz.
Düğünde Marie’ye mücevher koleksiyonu hediye edilir. Takriben 625 kilo gelir, her gramı katır yüküyle para...
Gelinliği elmas ve incilerle bezelidir, “Nasıl masraf edebiliriz başka?”
Zenginlik şatafat tamam da Viyana’daki sıcaklığı bulamaz. Saray dedikoduyla çalkalanmaktadır, fahişeler köşebaşlarını tutmuş dediklerini yaptırmaktadırlar. Hayat çekilmez olur bir süre sonra.

BIKTIRAN TEŞRİFAT

Sarayda yapayalnızdır. Ah kız kardeşi Maria Carolina olacaktır ki yanında...
Politikadan hoşlanmaz, ilgili de bilgili de değildir. Avusturya Büyükelçisi’ni (Kont de Mercy) çıldırtır âdeta.
Derken efendim bir haber: Kral öldü, yaşasın Kral (1774).
O gün saraylılar önlerinde sıralanır sadakatlerini sunarlar. Acemidirler, kocası 20 yaşındadır, kendisi 19’unda.
Ülkede sadece kraliçeler “à la Polonaise” giyebilir. Önce kafesler kasnaklar raptedilir, üstüne geniş etekler atılır.
Vatandaş sıkıntılıdır, sefalet yetmiştir canlarına. Biliyorum şimdi onu soracaksınız. Kraliçe “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler” demiş midir acaba?
Marie Antoinette halk için bir şeyler yapmayı arzulasa da kocası üzerinde tesiri yoktur, tayinlerde fikri sorulmaz.
Zamanla o da çevreye uyar, perdeli landolarla âleme akar… Çek operaya!
Sarayda kumar illettir, nitekim onu da oturturlar masaya. Kaybetmiş kazanmış, kimin umurunda… Mangır zibil nasıl olsa.
Seveni de vardır, söveni de. Gazeteciler belden aşağı vururlar.
Memleket gaile içindedir, eski savaşlar yüzünden borç gırtlakta.
Ve Marie Antoinette ilk çocuğunu (Thérèse Charlotte) doğurur (1778).  Ayılmış, bayılmıştır o sıra. Hayır, hayır, acıdan değil utançtan. Doğum asillerin gözü önünde vuku bulur zira.
Sonra bir oğlu olur, küçük bey ve minik hanımlar onu hayata bağlar.

ÇİVİSİ ÇIKINCA...

Bilahare saray arazisi üzerinde bir köy (Petit Hameau) yaptırır, güzel atlar aldırır. Bu macera başını ağrıtacak, “Vay” diyeceklerdir, “paramızla çiftçilik oynamak ha!”
Uyanıklar çalar çırparlar, mâni olamaz onlara. Çok huzursuzdur, sırf bu yüzden Sophie Hélène Béatrix erken doğar. Büyük oğlu Louis-Joséph de veremden ölür. Düşmanları çocuğu zehirlettiğini yayar, gel de cevap ver onlara.
Fransız hükûmeti borçların altından kalmıştır, çare bulamazlar. Meclis reform ister, monarşiyi tenkide başlar.
Sonrasını biliyorsunuz devrimciler Bastil Hapishanesini basar, müdürü ve sağ görüşlü politikacıları linç ederler oracıkta. İsyan adım adım yaklaşmaktadır. Elini çabuk tutan yurt dışına kaçar.
Marie çocukları ile uzaklaşmak ister. En azından monarşistlerin güçlü olduğu bölgelere gitmeli, kapanmalıdırlar bir şatoya. Ancak Kral Versay’dan ayrılmaz.
İsyancılar saraya girer, muhafızları katleder. Nefesleri enselerindedir âdeta...
Kalabalık, saray avlusunu doldurunca Marie Antoinette iki çocuğu ile balkona çıkar. Dik durur, üzerine doğrultulan namlulara aldırmaz. Gülümseyerek halkı selamlar.  Tek tük sesler yükselir “Kraliçe’miz çok yaşa!”
Neticede hanedan derdest edilir. Dooğru Tuileries Sarayı’na!
Bazı hizmetkârlar onları terk etmez, canlarını koyarlar ortaya. Kraliçe, serinkanlıdır, krizin aşılacağına inanır. Sükûnetiyle güç verir dostlarına.

İNTİKAM HIRSIYLA

Muhalifler ruhbanlara da saldırınca manzara netleşir, sıra onlara mı geliyordur yoksa?
O gece bir çılgınlık yapar, gizlice yola çıkarlar, Varennes’de atları değiştirirken tanınırlar. Eh sen değil miydin poz poz resmini bastıran paralara.
Orada derdest eder, “Devrim düşmanlığından” mahpus damlarına.
 Darbeciler saray muhafızlarını (İsviçrelidir bunlar) katleder, alelacele mahkeme kurarlar. “Tuileries Valisi Markiz Champcenetz’in idamına…”

KATIR MI / SATIR MI?

Sonrası çorap söküğü…
Kral tutuklanır, monarşi kaldırılır, hanedan kaleye kapatılır.
Darbeciler kraliyet yanlılarına acımaz. Prenses Lamballe’ın beynini ezerler çekiçle vura vura...  Başını kazığa geçirir kraliçenin camına dayarlar.
“Cumhuriyetin bilime ihtiyacı yok” der, ünlü kimyacı Lavoisier’i bile giyotine yollarlar.  
O sabah gün ışımadan uyandırlır, Conciergerie Hapishanesine kapatılır. Artık lakabı “Pelerinli Dul”dur ya da “280 numara.”
İthamlar aşağılayıcıdır, cevap verme lütfunda bulunmaz. Adamlar kararlıdır, kalem kırılacaktır nasıl olsa.
16 Ekim sabahı, bir gardiyan gelir ellerini arkadan bağlar, davar gibi saçlarını kırkar. Yük arabası ile sokak sokak dolaştırır, diz çöktürürler Concorde (Devrim) Meydanı’nda. Kraliçe yanlışlıkla celladın ayağını basar.
- Pardon mösyö.
-Cumhuriyetle dalga geçmek ha!
Üstündekileri yırta yırta soyar. Kafasını koparır, kaldırırlar havaya.
Alkış, ıslık, şamata... Rezalet!
Bize “cumhuriyet fazilettir” diye öğretmişlerdi okulda.

 

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp