Top
04/07/2022

İki teker dert çeker

Geçen gazetemiz hastanesinin doktorlarından Şükrü Çido ve Ahmet Faruk Yağcı konuşuyor. Kulağıma bir İznik Gölü ve Köfteci Yusuf lafı çarpıyor yanlış duymadımsa. “İznik’e mi” diyorum, “Beni de alsanıza.”
- Bisikletin var mı?
- Bisikletim mi? Var sayılır gazetemiz bir tane vermişti kuponla. Ama yıllardır yatıyor, fren teli kopuk, vites çalışmıyor, biraz ihtiyacı var bakıma.
- Olsun al da gel. Biz arabaları Orhangazi’de bırakıp asılıyoruz pedallara, göl çevresini dolanıp dönüyoruz yine aynı noktaya.

- Deme ya, 100 km vardır kesin.
- O kadar yok canım, 96 km civarında.

- Ha iyi azmış geleyim o zaman. Siz metre metre biliyorsunuz maşallah.
- Eh biraz biliriz işte, sekiz yıldır ter döküyoruz yollarında. Gölü solumuza alıyoruz Gölyaka, Narlıca üzerinden gidip, Çakırca Boyalıca üzerinden dönüyoruz.

- Ben becerebilir miyim acaba?
- Neden beceremeyesin? Yorulduğun yerde bırakırsın. Eldivenin, gözlüğün ve kaskın olacak ama.

- Ya merak etme bize bişi olmaz acı patlıcanı kıraa...
- Bize bişi olur ama. Şimdi eskaza düşsen ellerin sürtülse asfalta... Hele kafanın zemine çarptığını düşünebiliyor musun? Ekibin tadı mı kalır o saatten sonra?

- O zaman ben dönüşte uğruyayım Abi, hem malzemelerimi tamamlıyayım, hem antrenman yapayım biraz.
- Bekleriz Kirpi Bisiklet Grubunun kapısı açıktır daima...

- İyi de yaşınızı başınızı almış adamlarsınız, velespit turu da nereden geldi aklınıza?
- Rahmetli oğlum Dr. Tayfur, iyi bisikletçiydi, virüs ondan bulaştı. Ben de boş durmadım, 15-20 arkadaşı taktım ardıma. O gün bu gündür aksatmamaya çalışıyoruz. Hiç olmadı pazar sabahları Beylikdüzü’nden Yeşilyurt Feneri’ne kadar gidip geliyoruz. Ceman 50 km filan. Döndüğümüzde millet yatakta oluyor, çaydanlıklar bile konmamış ocağa. Bir iki tıfıl ekmek almaya gitmiş çapaklı gözlerini oğuştura oğuştura dönüyor... Kapıdağ turunu da severiz bu arada. Yenikapı’ya kadar pedala kuvvet, oradan feribota, ver elini Bandırma.

- Feribot bisikletten para alıyor mu?
-Yoo almıyor, hoş bizim bisikletlerimiz hafiftir okka tutmaz. Erdek’ten başlıyoruz kıyıdan kıyıdan yarımadayı dolanıyoruz tamamıyla.

- Yurt dışına açılıyor musunuz peki?
- Ege adalarından beşini gezdik, Batı Trakya’ya açıldık, Dedeağaç, Gümülcine, İskeçe ve Kavala. Oradan Tasos’a geçtik hatta.

- Yüzlerce kilometreden bahsediyorsun. İnsan tığ gibi olur gram yağı kalmaz.
- Derdimiz spor değil, yok fit olalım göbekler çıkmasın ortaya. Biz sadece bu aracı seviyoruz, o kadar. Bisiklet size hem hürriyet vadeder, hem de aczini anlatır.

- Ki bunlar hafif ve süratli modeller.
- Elbette 2 asır evvelki tahta bisikletlerden bu yana çok şey değişti ve değişiyor. Geliştirilmeye çok müsait bir alan. Otomobilcilerin hikâyelerini okursanız görürsünüz, çoğu bisiklet imalatçılığı ile çıkmış yola. Aktarma organlarında çok yenilikler var, karbon malzemeler, kayışlar da girdi hayata. Ben her tur sonrası bisikletimi kolonyalı mendillerle siler asarım odamın duvarına. Ama Şükrü lastik bile şişirmez, yanında Ahmet Abi’si var nasıl olsa.

- Rekor skor peşinde değilsiniz yani.
- Yoo eğleniyoruz. Arkadaşlarımız müstesna insanlar, düşünün o kadar yoruluyor, ıslanıyor, üşüyor, yerine göre kötü yerlerde kalıyor ve mide bozacak şeyler yiyoruz ama bu güne kadar tek münakaşa çıkmadı aramızda. Serde hekimlik var ya, kan şekerleri düşünce birer parça çikolata veriyorum onlara, gülücükler oturuyor simalarına. Sabahları düzgün bir niyet ve besmele ile çıkar, dönüşte helalleşiriz mutlaka.

- Grubunuz kaç kişi?
- 20 kişi ama 9 kişi toplayabildik en fazla. Şükrü ve Cüneyt Beylerin yeri ayrı, beni yalnız bırakmıyorlar asla.

- Peki arkada kalanlar?
- Elbette profesyonel değiliz, kimimiz rampada kopuyor. Ben fıkra anlatmaya başlıyorum, ama nasıl ballandıra ballandıra. Sonunu merak eden yeni bir gayretle yükleniyor pedallara.

- Peki ben de niyetlensem bisiklet ve malzeme almama yardım eder misiniz?
- Genellikle ustalaşanlar bisikletlerini yeni başlayanlara satar, üstüne para koyar daha gelişmişini alırlar. Ben de orta hâlli bir bisiklete biniyor, kan ter içinde kalıyordum. Vefat eden oğlum bana iyi bir bisiklet almış, lastik tamiri, fren ayarı, vites kullanımını anlatmıştı. Tecrübeniz arttıkça, yenilenme ihtiyacı hissediyorsunuz. Sonu yok, tamam bu iyi diyorsunuz, daha iyisini çıkarıyorlar.

-Gece devam ettiğiniz oluyor mu?
- Oluyor, lambası güçlü arkadaşlar öne düşüyor. Mazgallardan çok korkuyoruz, tekerleklerimiz ince, bir düşerse var ya oyuğa.
- Allah muhafaza. İnsanı füze gibi atar.
- Köpeklerden çekinmiyoruz desek yalan olur, sürü içine bile girsen telaş yapmayacaksın, paçayı da kaptırmayacaksın ama.

- Unutamadığınız turlar...
- Rahmetli oğlum Gökçeada turu planlamıştı. Dr. Şükrü ve Hakan Ünsal hazır kıta. Eceabad Kabatepe arasında bir kır kahvesine oturduk adam bir domates kesti burcu burcu, üzerine zümrüt yeşili bir zeytinyağı döktü, köy ekmeği ve keçi peyniri getirdi yanına. Meğer ki rastgele o lezzeti unutamam hâlâ.

- Yol boyu lokantaları korkutur oysa.
- Ben ihtiyarlığa veriyor, samimiyet kuruyorum, ünsiyet peydahladın mı mutfaklarına girip çıkıyorsun kolayca. Zaten işimizin adı ne? Dost olmak, laflamak. Kahvaltı dert değil, iki okka üzüm alırsın yeter icabında...

- Biraz da gezdiğin yerleri anlatsana.
Rodos’u gezerken ikindi ezanı okundu. Cami bakımlı ama cemaati kalmamış, imam bizi gördüğüne pek memnun oldu. Biz onun sevindiğine sevindik. Dönüşte Denizli Kale’ye uğradık. İsmail Amca’mız bizi Amerikan arabası ile karşıladı, bahçesinde et yedirdi, bagajımızı kavun ve limon ile doldurdu. Yunan gümrükleri ağır işler, can sıkar. Birisi kıllık olsun diye tamir çantama el koymaya kalktı “telefonunu ver” dedim, “lastik patlayınca seni arayacağım” Baktı dişliyiz çekildi kenara. İstanköy adasında hedefimiz Kefalos’tu denize girmekten karpuz kesmekten vakit kaybettik. Kasabaya girdik bomboş in cin top oynuyor, Dimitri adlı bir aşçı bulduk adam çipura pişirdi on numara, otelimiz 6 km ötede ama yollar karanlık ve ıssız, bizi kamyonetiyle götürdü. Neşemiz üzerimizdeydi gülmekten ağrılar girdi karnımıza... Yine Pazarkule’den Yunanistan’a geçmiştik, hedef 95 km ötedeki Dedeağaç. Ama karşıdan esen rüzgâr bayılttı âdeta. Nureddin ile Hakan uzadılar, Şükrü ile ben kaldık mı arkada. Hatta bir ara banka uzandım, tek kaldım. Bisiklete bindim ama duvara çarpmış gibiyim. Bir polis otobüsü korna çalarak geçti, önümü kesti. Eyvah yine ne suç işledik acaba? “Atla Amca” dediler hatta teklifsizce bisikleti içeri aldılar. Biz seni arkadaşlarının önüne geçirelim, onlara tafra yaparsın “nerede kaldınız ya?” Nasıl gülüyorlar kah kah kahkaha.

-Yaptın mı?
- Yutar mı bizim kurtlar? Yakınımızda Lefkimi Millî Parkı vardı, Sofulu köyündeki otelin sahibesi Maria“Zaten başka kalan yok” dedi, anahtarları bırakıp gitti. “Ya müşteri gelirse” dedim, “Beğendiği odaya girsin, parasını alın, görüşürüz sabaha.” Rumlar evini sever, pek çıkmazlar dışarıya. Bir beldeye girince çok az insan görürsünüz, çamaşır asan bir teyze, çapa yapan bir ihtiyar. Dön Edirne’ye Lunapark gibi, ışıl ışıl, cıvıl cıvıl herkes dışarıda. Bizde okuldan dönen çocuk n’apar? Çantayı attığı gibi sokağa.

- Çabuk dost oluyorsunuz.
- İşime de yarar, polislere zabıtalara sen kaç yıldır buradasın bakiim diye sorarım. Sonra “Bak adamım” derim, “Bana öyle bir lokanta göster ki seni hayırla yâd edelim daima” Bazen kolumuza girer, taziyeevine ya da düğün yemeğine götürürler. Sabah çorbasına bayılırız, kasabanın en hareketli yeridir o saatte. Sesleri sigaradan kalınlaşmış abiler vardır ve bize garip garip bakan erkenci esnaf. Sıcak çorbanın üzerine pul biberi boca edecek ve çıtır ekmekleri koparacaksınız iştahla. Uzaklardan gelen köpek, horoz sesleri, vites değiştiren kamyonlar ve o tatlı serinlik. Güneş gölgeleri ısıtmamıştır daha. Bence börekçiler daha güler yüzlü, ya da çay verince öyle geliyor insana.
Akşamları alkol kullananlar “at kadehi elinden” şarkısına uyar şişeyi asfaltta parçalarlar. Ortalık serapa sırça... Dikkat edin evinize arabayla dönersiniz yoksa.
Dönüşler yorucu olur birimiz direksiyona geçer, öbürümüz “Yuh yani” “hadi ya” “yok artık” dedirtecek mevzular bulur, şoförü lafa tutar. Güvenmeyin uyuyacaktır birazdan. Mahmutbey gişelere geldiğinizde yol sislenmeye başlamıştır, burası İstanbul mu yoksa ben Rodos’ta mıyım hâlâ? Bir iki dalar çıkar ve bitik vaziyette yanaşırız kapıya. Ah be abi, şimdi bisikleti kim taşıyacak yukarıya.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp