Top
Ayse Sucu

Ayse Sucu

aysesucu@sozcum.com

26/06/2023

Dini düşüncenin sorgulanamayışı: Aydın Sorunu

Türkiye'de İslam ya hayale dayanan bir kurtuluş ideolojisi ya da duygusal olarak geriliğimizin asıl sebebi olarak kabul edilir. Bundan dolayıdır ki İslam düşüncesi gerçek manada eleştirilmez. Hemen bu noktada bir açıklık getireyim; İslam'ı eleştirmek ile İslam düşüncesini eleştirmek aynı şey değildir. Bunun da karıştırılıyor olması meseleyi hepten karmaşık hale getirir. Konu, İslam aklının, yaşamın her alanını doğrudan ya da dolaylı etkileyen boyutlarıyla eleştirel süzgeçten geçirilip geçirilmediği meselesidir. İlk cümlemden hareketle söyleyeyim, ne “İslam'ı bir kurtuluş ideolojisi olarak görenler” ne de “geriliğimizin asıl sebebi” diyenler, ortaya dünyanın dikkatini çekecek bir metin koyamamışlardır. Devlet politikalarında dahi etkili olan anlayış (nas-faiz ilişkisi gibi) ve benzer pek çok konu, Montgomery Watt'ın söylediği gibi, “Müslümanların, İslam'ın geçmişteki toplumsal başarılarını ve günümüz Batı dünyasında bulunan toplumsal kötülükleri aşırı bir biçimde büyütmeleri” eleştirel düşünceye imkan tanımamaktadır. Dolayısıyla hayatın gerçeklerini yansıtmayan düşünceler işe yaramadığı gibi hali pür melalimizi görmemize de engel olmaktadır.

Türk düşüncesinin İslam'a yaklaşım biçimi, söz konusu çağdaşlaşma olduğunda da geçerlidir. Bir kesim çağdaşlaşmaya bir kurtuluş ideolojisi gözüyle bakarken hayali bir tutum içinde meseleleri değerlendirmekte diğer kesim ise duygusal bir tepki vererek onu İslam'dan sapma veya kendi değerlerimize yabancılaşma olarak görmektedir. Bu iki görüş de sorunlarımıza çözüm üretememektedir. Daha önce yazdığım bir makalede ifade ettiğim üzere, halk eksik de olsa sağduyusuyla İslam'ı, yeterli olmasa da hayat tecrübesiyle çağdaşlaşmayı kendine göre algılayıp yorumlamakta ve mevcut durumu iyileştirmede yanında görmektedir.

HALKINDAN KOPUK AYDIN OLMAZ

Her toplum, kendilerine öncülük edecek aydınlara ihtiyaç hisseder. Aydın, içinde yaşadığı toplumun kültürüyle, tarihiyle, değerleriyle varlığını sürdürür. Ancak bununla yetinmez, farklı dünya görüşlerini ve gelişmeleri takip eder ve kendi dünya görüşüyle yoğurup halkın sorunlarına çözüm üretir. Demem o ki, aydın halktan kopuk değildir. Toplumun kültürünü aşağılamaz ama boş retoriklerle de zaman geçirmez. Kişisel olarak inansa da inanmasa da dine/dinlere savaş açılamayacağını bilir. Daha da önemlisi içinde bulunduğu toplumun inançlarıyla ilgili köklü bir bilgiye sahiptir. Eleştirel düşünce bunu zorunlu kılar.

Gidişattaki yanlışlara, bozukluklara, çürümeye, kokuşmaya karşı fikri zeminde savaşçıları olmayan bir toplumun aydınlanması ve gelişmesi mümkün değildir. Batı'nın Voltaire'i, Rousseau'u, Spinoza'sı, Kant'ı, Hegel'i vb. tam da bu zeminde mücadele vermiş insanlığın gelişimine katkı sunmuş isimlerdir. Kendi kültürlerini tahlil etmekle kalmayıp, yaşadıkları dinsel ya da toplumsal sorunlara yönelik yaptıkları çözümlemelerle dünyayı yönlendirmişlerdir. Ancak bizim, örneğin “eylemin ahlakiliğini” tartışan bir Kant'ımız yok; ne İslam'ı bir kurtuluş ideolojisi olarak gören düşünürler arasında ne de geriliğin sebebi dindir diyenler arasında. “Etica” eseriyle bildiğimiz ve dinden çıkıp aforoz edildikten sonra sorgulamalarıyla Tanrı'yı anlayabilme yolunu seçen, aslında ateist olarak bilinse de ortaya koyduğu düşünce dünyasıyla bizim kültürümüzün insanına dahi “Spinoza'nın Tanrısına inanıyorum” cümlesini söylettiren Spinoza'mız da yok.

TÜRK ENTELEKTÜELİNİN ÇIKMAZI

Yıllar önce başkanlığı yaptığım Enstitümüzde, Prof. Dr. Ahmet İnam Hocamız ve öğrencileriyle, bir dizi halinde çekilmiş, on orta metrajlı filimler üzerinde uzun uzun tartıştığımızı hatırlıyorum. Yahudilik inancındaki on emri anlatan Dekaloglar'ı (Krzysztof Kieslowski'nin yönettiği) izlerken, Müslümanların bu evrensel dili neden yakalayamadıkları sorusu beynimi adeta kemirmişti. Ve şimdi buradan tüm aydınlarımıza sesleniyorum; neden bu dili yakalayamıyoruz? Sadece ilahiyatçılardan bahsetmiyorum. Çünkü din, fikri zeminde ilahiyatçılara bırakılmayacak kadar önemlidir. Milletin geleceğini belirlemede en önemli faktörlerden biridir. Diyanet İşleri Başkanı'nın herhangi bir açıklaması üzerine hakaretler yağdırarak dini düzelteceklerini ya da toplumdan soyutlayacaklarını zannedenler yanılıyorlar. Cübbeli'nin veya din alanında konuşan herhangi bir ismin kadın, evlilik ya da herhangi bir konuda verdiği fetvalara aşağılayıcı sözlerle mukabelede bulunmanın bir işe yaramayacağını hala görememek, bu toplumu tanımamak demektir. Türk entelektüelinin iki çıkmazıdır, toptancı ve indirgemeci yaklaşımlar.  Bu kolaycılığın toplumda nesnel bir karşılığı olmamıştır, olmayacaktır da. Yaşadığı topluma hem içinden hem dışından bakabilen insana aydın denilir. Dolayısıyla gerçek bir aydın/entelektüel toplumun bir kesimine değil her kesimine hitap eder ve kabul görür. Ortaya koyduğu düşünceler ve sorguladığı normlar hem yaşadığı ortamda hem de genel insan kitlelerinde bir aydınlanma/farkındalık yaratır. Çünkü aydının görevi “unutulanları su yüzüne çıkarmak, görmezden gelinen bağlantıları göstermektir.” Yazımın girizgahına dönerek bitireyim; İslam düşüncesinin eleştirisinin yapılamıyor oluşu aydın sorunumuzla doğrudan alakalıdır. İlerleyen zamanlarda bu konuyu örnekler üzerinden tartışmak istiyorum.

“Tüm okurlarımın ve SÖZCÜ Ailesinin bayramını kutlarım. Bayram tadında nice bayramlara.”

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp