İnsan hayatında, neden, niçin, nasıl vb. kalıplarıyla başlayan sorular vardır… Bireyin hem kendi varlığını anlaması ve anlamlandırması, hem de diğer varlıklarla iletişimini sağlıklı yürütmesi için…
İlim, bilim ve teknolojinin ilerlemesinde mantığın gerektirdiği bu sorular, aynı zamanda ahlaki anlamda “insanı insan kılan” sorulardır.
Hakeza felsefe ve din, bu ve benzer sorulardan hareketle temel paradigmalarını oluşturur. Kişi, hakikate akli ve fikri çabalarıyla ulaştığı gibi, iyiyi, doğruyu ve güzeli yine sorgulamaları sonucunda elde eder.
İnsanların özel alanları hariç, başkalarını ilgilendiren, özellikle kamusal alana ilişkin yönetenler ve yönetilenler üzerinden bunu düşündüğümüzde, konunun ehemmiyeti bütünüyle ortaya çıkar. Muhataplardan, alınan her kararın, yapılan her davranışın makul açıklamaları beklenir.
Eşitlik ve özgürlük, insanlara konuşma hakkı tanıdığı gibi, bilgilenme hakkı da verir. Bu birlikte yaşamanın dinamosudur. Hukuk ve sosyal devletin olmazsa olmazıdır. Gerçek demokrasilerde aksi düşünülemez.
Dolayısıyla cevap aramak ne kadar gereklilik ise muhataptan cevap beklemek de o kadar haktır. Kimseye “Sen de kimsin” denilemez; denilmemelidir.
İster vatandaşlık boyutuyla düşünelim, ast-üst münasebetleri düzleminde, ister insanın Tanrı karşısındaki durumu açısından değerlendirelim, olmaz, yakışmaz. Yaratılış esprisine aykırıdır çünkü.
İnsanlar tarağın dişleri gibidir
Her insan eşreftir (en şereflidir). Bu Kur'an'ın net ifadesidir. İslam'ın ortaya koymuş olduğu “insanlar tarağın dişleri gibidir” felsefesi, eşitliği en yüksek seviyeye çıkartmıştır. Bu denli bir eşitlik, Cemil Meriç'e şu sözü söyletecektir: “İslam, Batı'nın gerçekleştirmeye çalıştığı eşitliği çoktan fethetmiştir” (Bunun yaygın yaşanan Müslümanlık üzerinden söylenmediği kesindir)
Yine aynı felsefenin izdüşümü, toplum, bir binanın tuğlaları gibidir. Her bir tuğlanın görevi vardır. Yukarılarda yer alıyor olmak, ağırlık oluşturmak ve üstünlüğü elde etmek için değildir; verilen görevi icra yeridir. Hakkaniyet ve adaletin olmadığı yerde, altta kalanlar ezilirler, acı çekerler; ancak en küçük bir sarsıntıda, ilk düşenler yükseklerde olanlardır. Tarih bunun örnekleriyle doludur.
Dolayısıyla kendini farklı konumlandıran kim olursa olsun, kaybedenlerden olacaktır. Ne Cumhurbaşkanı, ne Başbakan, ne Genelkurmay Başkanı, ne diğer yöneticiler; ne de sade bir vatandaş, şahsını ya da toplumu ilgilendiren bir konuda, itirazı olan veya soru sormak isteyenlere “sen ne hakla bunu bana soruyorsun” ya da “sen de kim oluyorsun” deme hakkına sahip değildir.
Yeter ki soruyu soran, ahlaki ve hukuki sınırları aşmış olmasın.
Allah mühlet verir ihmal etmez
İslam'ın bir yasası olarak niteleyebileceğimiz “Allah mühlet verir ama asla ihmal etmez” sözü, haksızlık yapana da, haksızlığa uğrayana da yönelik mesajlarla doludur.
Bir toplumda adalet ve hakkaniyet duyguları yara almışsa, huzurun ve istikrarın oluşması mümkün değildir. Birbirleri karşısında sorumluluk duymayan, bir diğerine bakarken kendi kıstasları üzerinden önem atfeden, kendine yakın olmayanı iten, alaşağı eden, doğruluğu-dürüstlüğü rafa kaldıran bir toplum, helak olmaya davetiye çıkartıyor demektir.
Örneklerini tarihte bulacağımız gibi, günümüz dünyasında parçalanan, bölünen, ekonomik anlamda can çekişen Batılı devletlerin yanı sıra, kan gölüne dönmüş İslam coğrafyasında da bunu görmek mümkündür. Kur'an'ın mesajı, bu konuda gayet açıktır:
“Yoksa, senin Rabbin, halkı (birbirlerine karşı) dürüst davrandıkları sürece, bir toplumu (sırf) (çarpık inançları) yüzünden asla helak etmez.”
Dikkat edilecek olursa, toplumların yok olmasına veya bozulmasına gösterilen sebep inanç değildir; dürüstlüğü yitirmeleridir. Herkesin imanı kendinedir. Ancak toplumsal alan, her birimizi ilgilendiren alandır. İslam'ı yaşamın eksenine koyan insanların, dünyadaki sınavları tam da bu alandadır.
Huzur, başarı, refah, zenginlik, makam, hak, hukuk, özgürlük “birileri” içinse ve gerisi bunun dışında bırakılıyorsa, bir başka ifadeyle “bütün”e yönelik bir anlayış, bir üst dil, bir üst uygulama geliştirilmemişse, en azından böyle bir algı oluşmuşsa, bunun izahı gerekir. İnsanlar pek çok konuda, korku, endişe ve ümitsizlik içindedirler.
Dolayısıyla, muhafazakar ve dindar hakim zihniyetin, ciddi anlamda kendisini sorgulaması gerekir. Bizden hatırlatması… Tabii birileri “sen de kimsin” demeyecekse!