11 Eylül saldırılarından sonra, Dünya Ticaret Merkezi'nin yıkıntıları arasında gerçekleştirdiği röportajda CNN muhabiri Mc O'neill ağırsıklet şampiyonu Muhammed Ali'ye şu soruyu sorar:
-Sayın Muhammed Ali, bu dehşetin meydana gelmesine sebep olan teröristlerle aynı dinin mensubu olarak neler hissediyorsunuz?
Muhammed Ali Clay şöyle cevap verir:
-Siz Hitler ile aynı dini paylaşan bir mensup olarak neler hissediyorsanız, aynısını!
Hayatı boyunca “en iyi” olmaya çalışan Muhammed Ali'nin bu ifadesi hiç de öylesine söylenilmiş bir söz değil elbette.
Söz, söyleyene göre ağırlık taşır; hele bir bilinç ve zeka ürünüyse…
36 yaşına kadar, zamanının tek ismi olmayı başaran Muhammed Ali, profesyonel döneminde 37'si nakavt olmak üzere 56 maç kazanır. Sadece 5 kez yenilmiştir.
Tüm zamanların en iyi boksörü olduğunu simgelemek için kendisine The Greatest/En Büyük unvanı layık görülmüştür.
İnsanlık ve özgürlük adına verdiği mücadele ise güçlü kişiliğinde taçlanır.
1960'da Roma Olimpiyatları'ndan döndükten iki gün sonra, bir lokantada sadece beyazlara servis yapıldığını öğrenince, bu ırkçı davranışı protesto etmek amacıyla aldığı altın madalyayı Ohio Nehri'ne fırlatır.
1967'de Vietnam Savaşı'na gitmeyi “Hayır, 10.000 mil öteye gidip beyaz köle efendilerinin, beyaz olmayan başka bir millet üzerine baskı kurmalarına, öldürmelerine, evlerini yakmalarına yardımcı olmayacağım” diyerek reddeder. Bu olaydan sonra lisansı elinden alınır; ancak 1971'de ringlere geri döner.
22 yaşında Müslüman olan Muhammed Ali'nin bu tepkili kişiliğinin altında yatan, “en iyi” ve “en doğru” olarak inandığı değerleri hayatına taşıma çabasıdır.
Bazı lokantalarda servisin sadece beyazlara yapıldığını gören bir o değildi herhalde; neden protestoyu Muhammed Ali gerçekleştirdi sorusu bize, başarının ve güvenin önemini ve rolünü hatırlatır. Bir başka ifadeyle, inanç, şahsiyetli insanlarla bütünleştiğinde, model niteliğinde örneklerin ortaya çıkabileceğini gösterir. Bu bir Ömer, bir Ali, bir Selahaddin Eyyubi üzerinden anlatılabileceği gibi pek çok Hıristiyan azizinden, ya da ideologdan bahsetmek mümkündür.
İNANÇ NASIL OLUŞUR?
Bir insanı anlamak, önemli ölçüde o insanın inanç ve tutumlarını anlamaya bağlıdır.
Peki, inanç, aynı dine mensubiyetle oluşan bir şey midir?
İnancın her şeyden önce sağlam bir tefekkür temeli olmalıdır.
İnançlara insanlar ihtiyari bir biçimde katılırlar. (Günümüzde böyle mi gerçekleşiyor, ayrı bir yazı konusu)
Tercih ne kadar bilinçli ise inançlı insanın davranışlarına yansıması o derece etkin olur.
Doğru bilgi ile sağlamlaştırıldığı sürece inanca güven artar. Kişinin her durumda inancını savunabilecek tarihsel arka planı oluşur. Araştırarak gelinen bu noktada akıl ve mantık her zaman devrededir. Buna eskilerin ifadesiyle “tahkiki iman“ demek mümkün.
Böyle bir iman, sahibini zinde tutar. Tıpkı Muhammed Ali'de olduğu gibi…
İKİNCİ HUSUS KARAKTERDİR
Kişinin öz yapısı, inancını yansıtması bakımından önemlidir. Aynı inanç sahipleri arasında karıncayı dahi incitmekten korkanı da; eline silahı/bıçağı/bombayı alıp gözünü kırpmadan insanları katledeni de görmek mümkündür.
İnancı üste giyilen bir elbise gibi düşünürsek; kendisiyle bir bütünlük gerçekleştirilmemişse kişinin üstünde eğreti durur. Dolayısıyla o insandan şahsiyetli bir tavır beklenmek beyhudedir.
Bireyin kendine egemen olması, kendi kendisiyle uyum içinde bulunması, düşünüş ve hareketlerinde tutarlı ve sağlam kalabilmesi, inanç sahibinin savunduğu idealleri yansıtması bakımından son derece önemlidir.
AHMAKLIK BAŞA BELA
Üçüncü husus, inancın gelişmesi ve doğru yaşanması konusunda zekanın rolüdür. Mesnevi'de geçen Hz. İsa'yla ilgili hikâye tam da buna işaret eder. Kısaca değinelim:
Hz. İsa'yı, arkasından aslan kovalarcasına koşarken gören kişi:
“Hayrola, peşinde kimse yok, kimden kaçıyorsun” diye sorar.
Hz. İsa cevap vermez. Peşini bırakmayan kişi ısrarla sorusunu sormaya devam edince;
“Bir ahmaktan kaçıyorum, yürü yolumu kesme… Ahmaklık öyle bir illettir ki kendine de zarar verir, onunla konuşana da… Bilgim/duam köre sağıra tesir etti, ölüyü diriltti; ancak ahmağa nefesim çare olmadı!” der.
Hikâyenin sonunda Mevlana:
“Hz. İsa nasıl kaçtıysa sen de ahmaktan kaç!
Ahmak olanlar nice kanlar döktü!
Hastalara ve dertlilere acınır; ahmaklı ise düşmanın ta kendisidir!
Hava suyu yavaş yavaş çeker, buharlaşıp alır ya, ahmak da dinimizi böyle çalar” diye öğüt verir.
***
İnsanlar sadece inançlarının ürünü değillerdir. Karakterlerini oluşturan onlarca etken vardır.
Hangi inanç, din ya da ideoloji içinde olunursa olunsun, erdemlilik çaba gerektirir; çünkü şahsiyet ancak gayret ve tecrübe ile inşa edilir.