Amerika'da yaşayan, hasta ruhlu biri film çeviriyor. Önce Yahudi ve İsrailli deniliyor bu şahsa… Sonra anlaşılıyor ki Mısır kökenli, Kıpti bir Hıristiyan Nakoula Basseley. Üstelik sabıkalı bir dolandırıcı olduğu da ortaya çıkıyor.
Filmde, yaklaşık 1.57 milyar insanın bağlılığını ortaya koyduğu Hz. Muhammed'e dil uzatılıyor. Aşağılayıcı, hakaretler içeren görüntülere yer veriliyor. Oyuncular dahi aldatılmış; bir peygamberin değil Ortadoğu'da yaşayan vahşi bir liderin hayatını canlandırdıklarını zannediyorlarmış garibanlar!
Hiçbir sanatsal değeri olmayan, adı bile çarpıtılarak verilen bu uyduruk film, nereden bakarsanız provakatif amaçlı… Sponsor “Bu filme, sonunun ne olacağını bilerek girdik” diyor; daha ne olsun!
Ve beklenenler oluyor, bildik görüntüler tüm dünyada ekranlara yansıyor. Libya, Tunus, Mısır, Yemen Amerikan Büyükelçilikleri basılıyor; öfke, nefret, şiddet, ölüm, kan, adeta Müslümanlıkla özdeşleşen bir tablo gibi, bir kez daha zihinlere kazınıyor!
Kurşun hedefe ulaşmıştır!
Kendi inancın ne ise
başkalarınki de o
İnanan insan, dini değerlerine bağlıdır. Bu bağlılık tartışılamaz. İlahi dinlerin yanı sıra farklı inanışların olduğu da bilinir. Hatta öyle inanç öğretileriyle karşılaşılabilir ki, bir sistematik içinden bakıldığında saçma denilebilir. Hıristiyan düşünürü olan Tertullian “saçma olduğu için inanıyorum” der. Dolayısıyla mantıki tartışmalar dahi bir yere kadardır. Sonuçlar ortaya konulur; kabul eden eder. Hiç kimsenin başkasının inancını, kutsalını yargılamaya ve ona biçim vermeye hakkı yoktur. Özel alandır; o alana müdahale etmek, haddi aşmak olur. Laikliğin devlet düzeninde olmazsa olmaz olduğu tam da burada ortaya çıkar.
Bağlandığı değerlere hakaret edilmesini, bir aşağılanma olarak algılar insan. Şeref ve itibarına dokunulduğunu düşünür. Ahlaki (etik) tavır, kendisini ve başkalarını aynı evrensel haklar ve değerler içinde görmektir. Dinler ve dindarlıklar arasındaki münasebet, bu etik temel değer üzerinden kurulmalıdır.
Evet, din bir haysiyet konusudur ve aynı zamanda bir saygı ve hürmet konusudur. Kendi adına bir haysiyetin ve başkaları adına ihtiramın ve ihtimamın gösterilmesi gereken bir alandır. Dinler arası ilişkiler, böyle bir alanı gündeme getirmek mecburiyetindedir. Hangi dinin bağlısı olursa olsun, o kişi, başka dinin bağlılarına, inanana, inanmayana bu zaviyeden bakmak zorundadır. Kamu vicdanında, dini alana ilişkin bu titizliğin yerleştirilmesi gerekiyor. Bunu başarabilirsek, dindarlığın, bugün bizim kınadığımız şekli almasını engellemiş oluruz.
Olup bitenleri hatırlayalım
Tam da bu tartışmalar yapılırken, toplumumuzda yaşanmış olan veya halen yapılmakta olan yanlışlıkları da gündeme getirmek mecburiyetindeyiz. Farklı inanç sahiplerine saygıda kusur etmişsek, cinayetlere göz yummuşsak -rahip cinayetlerini hatırlayalım- hatta kendi dindarlıklarımız içinde farklı olanlara saygı göstermemişsek, katliamları görmezden gelmişsek -Sivas olayları hafızalarda kayıtlı ki orada hukuk iflas etti- aynı temel değere biz de itibar etmemişiz demektir.
Müslümanlar sınavı kötü verdiler
Eleştiri ve karşı tepki, özgür düşünce için gereklidir. Fakat eleştiride tahrik, hakaret, aşağılama nasıl kabul edilemez ise verilen tepki de, hukuka ve ahlaka uygun olmalıdır.
Keşke bu densizliğe, medenice bir tepki konulabilseydi. Uluslararası hukuk işletilebilir, İslam İşbirliği Teşkilatı üzerinden çeşitli tedbirlere ve yaptırımlara başvurulabilirdi. Dünya kamuoyuna vakarlı bir duruş gösterilebilirdi.
Ama olmadı…
Aksi olabilir miydi? Hayır. Çünkü kendi içinde bile, yüksek seviyede dirliği, birliği, bütünlüğü sağlayamamış İslam Dünyası, Kuran'ın denge, itidal, ölçülülük kavramlarını içselleştirememiş bir görüntü vermeye devam ediyor. Bu fotoğrafı, Hz. Peygamber'in ortaya koyduğu ve tavsiye ettiği “güzel ahlak”la okumaya çalışalım; örtüşür mü dersiniz?
Şu ana kadar okuduğum yazılar arasında iki hadiseyi de onaylayan bir yaklaşım görmedim. Vatikan'ın açıklamaları da buna dahil. Hatta Papalık önce filmi kınadı, ertesi gün terörü lanetledi. Dikkat çekici tarafı, iki deklarasyonu yan yana getirmemesiydi.
Kendini Müslüman tanımlayan çoğunluklu kitle, en küçük bir konuda dahi ortamlarını yangın yerine döndürüyorlarsa, sorun çok daha derinlerde… Daha doğrusu kendilerinde… Diyor ya Sezen Aksu: “Masum değiliz”!