Top
04/02/2023

Batılı “Müttefiklerinin” Türkiye ile İlişki Biçimi Sürdürülebilir Değildir

İttifaklar ortak tehditler karşısında kurulurlar. Güçlü ve sürdürülebilir ittifaklar ise ortak değerler etrafında uzlaşırlar ve kendi siyasi aktörleri ve toplumları zamanla bu değerleri özümserler. Tarafların ortak maddi çıkarlarının, kazanımlarının olması veya bazı risklere karşı ortak tavır göstermeleri ise gündelik işleyişte bu ittifakların daha işler ve inandırıcı olmalarını sağlar. İttifakın özünde ortak tehdit algısı olduğu vurgusunu kaybetmeden ortak değerler ve çıkarlar etrafında geliştirilecek uzlaşı çerçevesini genişletmek ve derinleştirmek müttefiklerin tehditler karşısında daha güçlü ve inandırıcı olmalarını sağlayacaktır.

Türkiye ve Batılı müttefikleri arasındaki müttefiklik ilişkileri her geçen gün daha da zayıflamakta ve bu ilişki giderek taraflar arasındaki inandırıcılığını kaybetmektedir. Tarafların hem güvenlik algılarında ve önceliklerinde, hem de genel manada dünya siyasetine ve dünyaya bakışlarındaki farklılıklar daha da görünür hale gelmeye başlamıştır. Taraflar karşılıklı olarak birbirlerini müttefiklik ilişkilerinin gerekliliklerini yerine getirmemekle itham etmekteler. Türkiye ile Batılı müttefikleri, özellikle de ABD arasındaki zaten güvensiz olan ilişkilerin son on yıllık süreçte daha da yıprandığını tespit etmek durumundayız. Avrupa cephesindeki durum ise Amerika'dan daha iyi bir durumda değildir. Yunanistan, Kıbrıs Rum Kesimi ve Fransa'nın Türkiye düşmanı tavırları Türkiye-AB ilişkilerini zehirlemeye devam etmektedir. Rusya'nın Ukrayna işgali ile ortaya çıkan güvenlik riskleri ve enerji konusundaki ortak çıkarlar bile Türkiye-AB ilişkilerine olumlu bir momentum getirmemiştir.

ABD ile Avrupalı aktörlerin Türkiye'ye dair yaklaşımları ABD'de Donald Trump Başkan iken kısmen farklılıklar göstermekteydi. Hem Trump hem de Avrupalı aktörler birbirlerini ittifakın genel mantığı ile uyuşmayacak bencil ve tek taraflı adımlar atmakla suçluyorlardı. Bu dönemde ABD kendi çıkarlarını önceleyen bir dış politika perspektifine sahip iken Avrupalı aktörler de kendi stratejik otonomilerini artırabilecek ve güvenlik konusunda yerel unsurların ön plana çıkabileceği bir denklemin oluşması konusunda formüller üzerinde çalışmaktaydılar. Sonuç olarak Transatlantik ittifakta ciddi çatlaklar yaşanmakta ve güvensizlikler oluşmaktaydı. Türkiye ise bütün bu karmaşa içerisinde kendi güvenlik kaygılarını ve önceliklerini kendi imkanları ile karşılayabilecek kapasite geliştirmeye çalışıyordu.

15 Temmuz Fetöcü darbe girişimi öncesinde ve sonrasında NATO müttefiklerinden terör ve diğer güvenlik kaygıları karşısında hiçbir destek görmeyen Türkiye bir yandan da NATO müttefiklerinin PKK/PYD, FETÖ gibi örgütlere sağlamakta olduğu yoğun desteği kısıtlamaya çalışıyordu. Türkiye bütün bu siyasi mücadeleyi verirken güney sınırlarının terör örgütleri tarafından kontrol edilen bir gri hat ve bölge oluşmasının önüne geçmeye çalıştı. Türkiye'nin Suriye'nin kuzeyine yönelik askeri operasyonlarına neredeyse bütün Batılı aktörler ortak bir şekilde direnç gösterdiler. Bu konuda İran ve Rusya'nın tavrı da farklı olmamıştır. Şüphesiz bu tavrın organizatörü ve koordinatörünün Washington olduğu Ankara'daki ilgili aktörler tarafından bilinmekteydi.

Türkiye'nin bekası ile ilgili güvenlik kaygılarını giderme konusunda NATO müttefiklerinden yaklaşık on yıldır hiçbir şekilde destek görmemesi, üstelik Türkiye'yi tehdit eden bu örgütlerin müttefiklerince desteklenmesi, Türkiye'nin müttefiklik ilişkisi açısından algısını dönüştürmüştür. Türkiye daha önceki dönemlerden farklı olarak ittifakın bir piyonu değil aktörü olma çabası içerisindedir. Bu çabaya başta ABD olmak üzere diğer müttefikler tarafından saygı duyulmamaktadır. Türkiye'nin tekrar edilgen bir tavra dönmesi için üzerinde siyasi, diplomatik, ekonomik ve diğer baskıların yoğun bir şekilde uygulanması Türkiye'nin Cumhurbaşkanı Erdoğan önderliğinde çizmeye çalıştığı istikameti değiştirme konusunda hedefine ulaşamamıştır.