Top
Tan Morgül

Tan Morgül

tan.morgul@radikal.com.tr

20/08/2012

İçindeki balığı keşfet

İçinizden ne çıksa beğenirsiniz? Misal bir tavuskuşu; afili tüyler falan iyi hoş da kalçanın bu kadar da poz vermesi kamuoyunda infial yaratabilirdi. Hem işin yumurtlama kısmı da sürdürülebilir kabızlık gibi; pek taraftarı olacağını zannetmiyoruz. Peki ya kurt? Bazıları için hiç de fena olmazdı, hele bu coğrafyada... Aslan, leopar, kaplan, puma... Hayvanlar âleminden bir seçim yapmak zorunda kalsak, şu son söylediklerimiz kapış kapış giderdi muhtemelen. O vakit, işin ilmi (evrimsel) çıkışına konsantre olalım! Maymunlar âlemi malumumuz. O konuyu teğet geçip daha eskilere gidelim ve içimizden ‘balık’ çıkaralım. Daha doğrusu, çıkaranı dinleyelim...

Neil Shubin’in ‘Your Inner Fish, A Journey Into the 3.5 Billion-Year History of the Human Body’ (İçimizdeki balık, İnsan vücudunun 3.5 milyar yıllık tarihine yolculuk) (Vintage books, Türkçesi NTV Yayınları) kitabından bahsediyoruz... Amerika’da bir kitapçıda gördüğümüzde mal bulmuş mağribi gibi sevinmiştik, kitabın Türkçeye de çevrildiğini öğrendik. Baskısı tükendi herhalde, piyasada bulamıyoruz. Lakin, başta biyoloji öğrencileri olmak üzere, her meraklı bünyenin okuması gereken bir kitap, tekrardan rafları süslese ne güzel olur.

Chicago Üniversitesi’nde anatomi profesörü ve paleontolog olan Shubin’in eğitim hayatı da pek bir parlak: Columbia, Harvard ve University of California, Berkeley... Daha ne olsun... Bol ödüllü kitabın yazarının kamuoyu tarafından fark edilmesi ise 2004’te Edward B. Daeschler ve Prof. Farish A.Jenkins Jr. ile buldukları 375 milyon yaşındaki ‘Tiktaalik roseae’ adlı fosille olmuş. Evrimsel biyolojide (diğer bir deyişle insanlık hikâyemizde) mühim yeri olan bu keşif, kitabın da nedeni. İsim hakkı ise fosilin bulunduğu Kanada’nın Nunavut bölgesinde yaşayan Inuit Yaşlılar Meclisi’ne ait. Sudan karaya geçişimizdeki kıymetli basamağa işaret eden Tiktaalik ‘büyük tatlısu balığı’ anlamına geliyormuş.

Organlar ve evlatlara dair
Başka bir gezegenden ziyaretçilerimiz olsa ve onlara cemi cümle mahlukatın (biz de dahil) tarifini yapın desek, cevap muhtemelen; “Genelde bir kafanız, iki gözünüz, iki kulağınız, ağzınız, deriniz, el ve ayaklarınız var” olurdu! Kitap da anlatımını bu organ kardeşliğini dikkate alarak kuruyor. Tabii bir de bunlara vaziyet aldıran ‘hünerli genler’imizi imliyor. DNA’lar üzerinden geçmişe yaptığımız yolculuğu, ‘ellerin yapımı’, ‘dişler her yerde’, ‘vücut geliştirme’, ‘koku alma’, ‘kulaklar’ bölümleri takip ediyor. Özellikle ‘koku alma’ bölümünde bahis olunan, atalarımızdan miras kalan ama ‘görme’ duyusuyla takas ettiğimiz atıl durumdaki sürü sepet koku geninin ‘akıbeti’ ise pek bir enteresan.

Biz yine de ‘balıklı’ geçmişimize, o kritik ana, yani karaya çıkış anına geri dönelim. Ki Tiktaalik’in keşfi evrimin o anına (yani balıklar ile karada yaşayan hayvanlar arasında az bilinen halka) tanıklık eden temaşaya dair teorileri, maddi bir varlıkla kanıtlamış oldu.

‘Neydim değil, ne oldum diyeceksin’ halimize özet, insanlık durumu ile balık durumunun anatomik farklılıklarına bakalım: Kola, bacağa karşı yüzgeç. Küre kafaya karşı, konik kafaya (Tiktaalik’te timsah tarzı), kafayla bedeni ayıran boynumuza karşı, omuz ve kafayı birleştiren bir dizi kemiksi plaka ve deriye karşı pul. Tabii, tüm muhabbet içinde başta yunus olmak üzere, karaya birlikte çıktığımız, şöyle bir baktıktan sonra tekrar suya dönen memeli kardeşlerimizi tenzih ederiz...

Sudan çıkmış balık
Lakin Tiktaalik’teki durum pek bir değişik: “Balıklarda olduğu gibi, sırtında pullar ve perdeli yüzgeçleri, ama karada yaşayan ilk canlılar gibi, yassı bir kafası ve boynu vardı. Yüzgecin içine bakınca, üst kola, ön kola ve hatta bileğe karşılık gelen kemikler görülüyordu. Eklemleri de vardı; bu, omuz, dirsek ve bilek eklemleri olan bir balıktı. Bu yapıların hepsi perdeli bir yüzgeç içerisindeydi... Kafası omuzlarından bağımsızdır. Baş ve omuzların bu konumu amfibiler, sürüngenler, kuşlar ve bizim de dahil olduğumuz memelilerle ortaktır. Lucy’ye bakarak, çok gelişmiş bir primat olarak geçmişimizi anlayabiliriz. Tiktaalik’e baktığımızda ise bir balık olarak geçmişimizi görürüz.” (s. 36- 37) Kitabın içinde ilerledikçe, süzgeçlerle ellerin, süzgeç içindeki çizgilerle parmakların birbiriyle olan evrimsel flörtüne eşlik ediyor, araya giren 375 milyon yılın nelere kadir olduğuna kanaat getiriyoruz. ‘Geçmişimiz bizi neden hasta ediyor’ adlı bölümde de, evrimin bıraktığı ‘tahribatı’, örnekleriyle okuyoruz. Misal, ‘balık ve iribaş’ geçmişimiz hıçkırığa, köpekbalığı geçmişimiz ise fıtığa delaletmiş. “Yavaşşş!” ünlemini alır gibiyim. Yerimiz dar cevap veremiyoruz, devamı kitapta...

Son söz yerine: Derimiz altında bir köpekbalığı gizli olabilir veya bir yunus, daha mütevazı olursak belki de bir hamsi. Şahsen ben bir Laz olarak hamsiyi tercih ederdim, hiç de gocunmadan... Lakin cemaat çok kalabalık geziyor, fazla tatava olur da kafa şişer diye korkuyorum. Hem şöyle dülger balığı misalı daha sakin bir koyda, rengârenk mercanların yanı başına demirleyip, sakin sakin yaşamak varken ne öyle ordan oraya koşturup, tabakhane arayacağım...Hani daha sudan çıkıp, insan olmadık ya, onun için parantez açayım dedim...
İyi bayramlar olsun!

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp