Top
Dr. Alper Hasanoğlu

Dr. Alper Hasanoğlu

alper@alperhasanoglu.com

14/09/2014

Agresifim çünkü takıntılıyım...

Takıntılı insan agresyon ve diğer duygularıyla başa çıkmakta zorluk çeker. Oysa çok erken yaşlarda kendini kontrol etmek ve kendine hakim olmak zorunda olduğu öğretilmiştir ona. Kendiliğinden gelen, düşünülmeden (spontan) gösterilen tepkilerinin hepsine kaygı eşlik eder bu yüzden. Öfke, nefret, itiraz, düşmanlık gibi duyguların tamamını bastırması gerektiğini henüz küçücük bir çocukken öğrenmiştir. Bastırmazsa cezalandırılır ya da sevgiden yoksun bırakılır çünkü. Oysa bu duygular, yaşamın içinde kaçınılması mümkün olmayan duygulardır. Öyleyse ne yapmalı? Cezalandırılmamak için agresyon yasaklanmalı, başka ne olabilir ki? Belki de başka bir yol da bulunabilir, kim bilir?

Depresif insan da agresyonu yasaklayabilir kendine ama bambaşka bir nedenle, cezalandırılma korkusuyla değil, kaybetme korkusuyla. Bu farkın nedeni doğuştan getirilen özelliklerde yatıyor olabilir. Takıntılı insanın ‘ben’i depresif bireye göre daha güçlüdür. Doğuştan gelen karakter özellikleri olarak daha canlı ve motorik olarak agresiftir. Cinsel ve genel olarak daha taşkındır. Daha kendi başına buyruk ve bağımsızdır.

Böyle çocuklar anne baba tarafından genelde ‘rahatsız’ olarak tanımlanır ve bu nedenle de davranışları, ‘uslu’ olarak nitelendirilen bir çocuğa göre daha fazla frenlenir, bastırılır.

Bunun yanında, doğuştan gelen karakter özelliği olarak yumuşak başlılık ve uyum göstermeye hazır olmak da takıntılı olmakta bir rol oynayabilir. Böyle bir çocuk da kendine spontan bir tepki gösterme izni vermez. Düşünüp taşınmadan hareket etmez, tedirgin bir doğruluk ve kesinlik içindedir.

Bu arada bu özelliklerin ne kadar genetik, ne kadar çevresel etkenlere tepki ve yetiştirilme sonucu olduğunu söyleyebilecek kesin bilgiye sahip değiliz. Çocuğun davranış biçimi takıntılı kişili gelişiminde sonuç mu, sebep mi, henüz tam olarak bilmiyoruz.

Sonuç olarak takıntılı erişkinde, belli takıntılı davranış biçimleri gelişmiş olur. Bunlardan en sık görüleni onun duyguları ve özellikle agresyonuyla oldukça dikkatli bir şekilde başa çıkma çabası göstermesidir. Belli bir durumda, haklı da olsa, öfkesini göstermek konusunda çekinir ya da ikircikte kalır. Eğer öfkelenirse de, öfkesini yumuşatmak, azaltmak, mümkünse tamamen bastırıp aslında öfkelenmediğini göstermek ister. Örneğin takıntılı bir hasta bir seansta eşinin bir davranışı hakkında öfkeli bir yorum yapmışsa, ardından şöyle bir düzeltme yapabilir: “Biraz abarttım tabii ki; yalnızca durumu daha iyi anlayabilmeniz için böyle söyledim. Lütfen beni yanlış anlamayın, biz aslında eşimle çok iyi anlaşırız.” Öfke dışavurumuna çoğunlukla bir korku ve suçluluk duygusu eşlik eder. Bazı durumlarda bu suçluluk duygusu kendini cezalandırmaya kadar varabilir.

Duyguların kaçınılmaz varlığı ve onları kesinlikle bastırmak zorunda olmak arasında ortaya çıkan çatışma, bazen kesin ve katı bir strateji oluşturarak çözülmeye çalışılır. Duygulardan tamamen vaz geçebilmek, kendine hakim olabilmek ve kendilik disiplini anlamına gelmeye başlar takıntılı kişide. Duyguların ortaya çıkmasına izin vermek kendini kaybetmek, kendini kontrol altında tutamamak demektir, ki bu da bir onur meselesidir. Duygular boğulmaya devam ettikçe onları kontrol etmek daha da güçleşecek, ‘obsesif kompulsif’ belirtiler ortaya çıkabilecektir. Örneğin eşine olan düşmanca duygularını hiçbir şekilde göstermeyen biri, evdeki bütün bıçakları ve sivri nesneleri ortadan, yani ‘gözünün önünden’ kaldıracaktır. Çünkü herhangi bir şekilde onlar ‘gözüne çarparsa’ bastırılmış duygular su yüzüne çıkabilir ve bu nesneler kim bilir nelere neden olabilir.

Takıntılı insanların takıntılarıyla başa çıkmalarını sağlayan başka bir olanak da agresyonlarını ifade etmeleri için yasal ve/ya da toplumca kabul gören bir yol bulmalarıdır. Böylece kendilerine yalnızca öfkelerini gösterme izni vermiş olmazlar, ayrıca buna bir değer de atfetmiş olurlar – belli mesleklerde olduğu gibi. Böylece kendilerine yasakladıkları her şeyi yapma hakkına kavuşurlar. Sonuçta her gün daha sık karşılaşmaya başladığımız o fanatikler doğar; ödün vermez, inatçı, uzlaşmaz, saygısız ve kaba...

Öfkelerini depresifler gibi kendilerine değil, dışarıdaki herhangi bir şeye ya da kişiye yöneltirler. Üstelik vicdanları da rahattır, çünkü gerekli ve doğru bir şey yaptıklarına emindirler. Bunun ne kadar tehlikeli bir durum yaratabileceğini bir düşünün; takıntılı kişi agresyonunu boşaltacağı bir yer aradığında, kendinden emin bir şekilde herhangi bir şey ve/ya da durum bulacaktır.

Agresyonun en tehlikeli, en masif biçimine izin vardır artık ve üstelik bazen kutsal amaçlarla. Bu takıntılı agresyon dışavurumunun, kollektif bir ideoloji haline geldiğinde nasıl bir felaketle sonuçlanabileceğini Ortadoğu’da çok açık bir şekilde görüyoruz bugün. Her şey normlara, kurallara ve prensiplere uygun yapılmaktadır. Ve “kutsal (...) adına!” Böylece agresyon kişiler üstü bir karakter kazanır, anonimleşir ve takıntılı bireyin arkasına saklanabileceği koca bir barikata dönüşür.

Takıntılı agresyonun başka bir özelliği de güç ve erk isteğiyle olan bağlantısıdır. Takıntılı kişilerde agresyon, şizoid bireylerde olduğu gibi kendini korumaya, savunmaya hizmet etmez, erki ele geçirmek adına gösterilir. Böylece agresyon güce, güç de dönüp agresyona hizmet etmeye başlar.

Bu nedenle takıntılı kişileri erk sahibi olunan ve aynı zamanda agresyonlarını göstermelerine yasal olarak izin veren mesleklerde çok görürüz. Üstelik kişi bunu düzen, disiplin, yasa, otorite vs. adına yapar. Bu yüzden askerler, politikacılar, polisler, hakimler, savcılar, pedagoglar ve din görevlileri arasında takıntılı kişilerin çok sayıda olmasına şaşırmamalıyız. Bu mesleklerdeki bireylerin erk ve agresyonla nasıl başa çıkabilecekleri kişiliklerinin ne kadar bütünlük içinde (entegre) ve olgun olduğuyla yakından ilişkilidir.

Takıntılı kişiliği çözümlemeye haftaya kaldığımız yerden devam edeceğiz. Ben şimdi U2’nun bedava indirdiğim son albümü ‘Songs of Innocence’ı 37. kez dinlemek için izninizi rica ediyorum.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp