Top
Mehmet Açar

Mehmet Açar

macar@htgazete.com.tr

31/03/2013

Biri lütfen ışıkları açsın!

Scott Derrickson, 2005 yapımı "Şeytan Çarpması" (The Exorcism of Emily Rose) adlı gerilim filmiyle akıllarda yer etmiş bir yönetmen. 2008'de çektiği başarısız bilimkurgu "Dünyanın Durduğu Gün"ün (The Day the Earth Stood Still) ardından, geçen cuma gösterime giren "Lanet" (Sinister) ile yeniden korku gerilim türüne dönüyor. Scott Derrickson, "Şeytan Çarpması"nda olduğu gibi öykünün merkezine yine hırslı bir karakteri yerleştiriyor. 10 yıl önce yazdığı suç kitabıyla gelen şöhret ve başarıyı özleyen Ellison Oswalt (Ethan Hawke), yeni kitabı için korkunç bir katliamın gerçekleştiği eve taşınıyor. Evin sırrını karısı ve iki çocuğundan saklayan Oswalt, tavan arasında bulduğu amatör filmler ve projeksiyon makinesi sayesinde, birbiriyle bağlantılı başka aile cinayetlerine tanık oluyor.
"Lanet"in çok orijinal bir öyküsü olduğu söylenemez. Tekinsiz ev, huzursuz hayaletler, seri cinayetler, sorunlu çocuklar ve 8 mm filmlerle keşfedilen cinayetler kuşkusuz türün pek yabancısı değil... Ama Scott Derrickson, korku-gerilim konusunda işinin ehli bir yönetmen. Öncelikle, karanlığı öylesine rahatsız edici ve cüretkar kullanıyor ki, insanın içinden yer yer "Biri artık şu ışıkları açsın" demek geçiyor. Sinema salonunun dört bir yanından gelen tıkırtı ve sesler de "lanetli ev"in verdiği tekinsizlik hissini artırıyor.
Derrickson'ın sırrı, kurgu oyunları ve hızlı kamera hareketleri yerine, seyirciyi geniş ekranda yarı karanlık yarı loş kadrajlarla baş başa bırakması. Böylelikle, ekranın kuytu ve karanlık bölgelerinin her bir yanına, köşesine nereden ne çıkacak diye dikkatle bakmak giderek daha ürpertici olmaya başlıyor. Üstelik bir süre sonra Derrickson, korku filmlerinde yönetmenlerin pek kullanmadığı bir numara yapıyor: Seyirciye filmin ana karakterinin görmediği, fark etmediği ayrıntıları göstermeye başlıyor. Bu da seyirciyi daha dikkatli ve gergin bir hale getiriyor. Olayların doğaüstü mü, yoksa düzmece mi olduğu sorusunun cevabı da karakterlerden önce seyirciye veriliyor. Bunu anladığımız planlar (bilgisayar ekranındaki ufak bir kıpırtı, uzun bir kamera kaydırmasının sonunda karşımıza çıkan bir yüz vb. gibi) hayli ürpertici...
Buna karşılık, "Lanet"in öyküsünü sürprizli finali itibarıyla sevmemeniz, her şeyi bir saçmalık olarak görmeniz de mümkün. Rahat özdeşleşebileceğiniz, sevebileceğiniz bir ana karakter de yok. Başarıya ve paraya ulaşmak isterken, ailesini riske atan Oswalt; kötülük karşısında güçsüz ve çaresiz bir karakter... Filmin "ihtiraslarınıza gem vurun" tarzında ders veren, ahlakçı bir yanı olduğu kesin. Ama tüm bunlar "Lanet"in meraklısı için iyi bir gerilim filmi olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Kuşkusuz, bu filmden de "hiç korkmadım" diye çıkacak seyirciler olacaktır. Zaten hangi filmin kimi nasıl korkutacağı kestirmek kolay değil. Ne var ki, Derrickson'ın "tekinsiz evin hayaletleriyle başa çıkmaya çalışan yazar" öyküsüne Stanley Kubrick'in "Shining"i kadar olmasa da kendince önemli bir katkı yaptığını düşünüyorum. Oswalt'ı canlandıran Ethan Hawke de gayet iyi bir performans çıkartıyor.

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp