Top
Mehmet Açar

Mehmet Açar

macar@htgazete.com.tr

03/01/2024

Soygun, özgürlük ve aşk

Son yıllarda Arjantin yapımı ‘Kabahatliler’ (Los delincuentes) kadar kendine özgü bir soygun filmi seyrettiğimi hatırlamıyorum. Aslına bakarsanız, soygun filmi olup olmadığı tartışılır. Sözgelimi, detaylı bir soygun planı yok ortada. Morán (Daniel Elías), denk getirdiği anda yıllardır çalıştığı bankanın kasasından sırt çantasına 650 bin doları koyuyor ve kapıdan yürüyerek çıkıp gidiyor. İşte hepsi bu… Üstelik kaçış planı da hazırlamıyor. Çünkü niyeti kaçmak değil, teslim olmak; üç buçuk yıl cezaevinde kalmak, sonra da ömrünün sonuna kadar çalışmadan yaşamak. Amacı zengin olmak değil, bir çeşit erken emeklilik… Parasını saklaması için seçtiği kişi ise mesai arkadaşı Román (Esteban Bigliardi). Aralarında özel bir yakınlık, hatta dostluk olduğuna dair ortada somut bir işaret yok. Román’ı seçmesinin nedeni, soygun sırasında bankada olmaması… Daha doğrusu Morán’ın açıklaması bu… Belki baştan çıkarıcı teklifine hayır diyemeyeceğini varsayıyor. Ona niye güvendiği belirsiz. Sonuçta, anlaşıyorlar ama olaylar bekledikleri gibi gelişmiyor.

‘Peki, dünyada Román’dan başka parasını saklayacak kimse yok mu?’ diye sorabilirsiniz. Geçmiş öyküsünü aydınlatabilecek tek veri belki bu sorunun yanıtı. ‘Evet,’ Morán yalnız biri… Böylesi çılgın bir işe girişmesinin nedenlerinden biri, belki yalnız olması ve bu yalnızlığın verdiği cesaret… Asıl arzusu ise hiç kuşkusuz özgürlük arayışı… Çünkü bankadaki mesaisine bir tür mahkûmiyet olarak bakıyor. Sabah evinde uyandığında sandalyenin üzerinde onu bekleyen takım elbisesi bir tür cezaevi üniforması gibi... Polise teslim olmadan geçireceği son günleri kırsal kesimde geçirmek istemesini atlamamak gerek. Bırakın bankada çalışmayı, şehri ve şehir hayatını dahi sevmediğini hissediyoruz.

Mesai arkadaşı Román ise yalnız biri değil. Müzik öğretmeni Flor’la (Gabriela Saidón) yaşayan ve yüksek libidosuyla dikkatimizi çeken kendi halinde bir banka memuru Román. Parayı teslim alır almaz onun için farklı bir mahkûmiyet başlıyor. Parayı evde saklamanın beraberinde getirdiği sorunlar bir yana, asıl olarak bankada işler kötüleşiyor. Soygun nedeniyle maaşı kesilen, işini kaybeden arkadaşlarına üzülürken, olayları araştıran müfettişin (Laura Parades) kendisinden kuşkulandığını fark etmesiyle hayatı giderek zorlaşıyor. Morán’ın cezaevi hayatı da beklemediği şekilde sıkıntılı geçiyor. ‘Kabahatliler’, iki ‘mecburi ortağın’ parayı paylaşacakları güne kadar yaşadıkları üzerine kurulu...

Senaryoyu da yazan yönetmen Rodrigo Moreno, film boyunca birbirleriyle sadece birkaç kez karşılıklı konuşan Morán ve Román arasında gizemli bir kader ortaklığı kuruyor. Hatta kadrajı ikiye böldüğü bazı sahnelerde ikisinin aynı anda yaptığı benzer eylemleri göstererek bu ortaklığın altını çiziyor. Soygundan hemen önce bankada krize neden olan ‘iki müşteri arasındaki imza benzerliği’ de belki Morán ve Román arasındaki kader birliğinin yansıması... Hikâye kurgusundaki sürprizli akışı bozmamak için söz etmeye niyetim yok ama filmin ilerleyen bölümlerinde daha çarpıcı ortak noktaların ortaya çıktığını söylemek zorundayım.

İkisini karşılaştırdığımızda, Morán’ın ne istediğini bilen biri olduğunu görüyoruz. Kasadan paraları alması, çıkan fırsatı değerlendirmek üzere verilen anlık bir karar gibi görünse de daha önce üzerinde düşündüğü belli. Çünkü serinkanlı şekilde hareket ediyor. Soygun sonrası atacağı adımları önceden planladığını anlıyoruz. Hesap edemediği şeyler de oluyor kuşkusuz. Ama her koşulda planına sadık kalmayı sürdürüyor.

Román ise ortaklığı kabul etmesiyle birlikte kafası karışan, hayatı değişen, hatta hayatı üzerinde kontrolünü kaybeden biri. Morán en başından itibaren hedefine doğru yürüyor. Román para dolu çantayı görmesiyle birlikte sürekli ikilemlerle karşılaşıyor, hedefi konusunda tereddüde düşüyor, seçimler yapmak zorunda kalıyor. Bazen çok kolay seçimler gibi görünüyor. Mesela, parayı Cordoba’da Morán’ın tarif ettiği taşın altına sakladıktan sonra gölette karşılaştığı belgesel filmci Ramon (Javier Zoro Sutton), sevgilisi Morna (Cecilia Rainero) ve onun kız kardeşi Norma’nın (Margarita Molfino) piknik davetini kabul etmesiyle bütün hayatının değişeceğinin farkında değil.

Filmin mizahında Román’ın hayatının ve duygu dünyasının alt üst olmasının önemli bir payı var. Moreno iki oyuncusunun katkısıyla çok tadında bir ‘deadpan’ mizahı yakalıyor; durum komedisiyle sade oyunculukları bir araya getiriyor. Çoğu alakasız gibi görünen ama bir şekilde filmin temalarına bağlanan diyaloglar da ince bir mizahın ürünü. Mesela, ‘Eskiden her yerde sigara içme özgürlüğümüz vardı’ muhabbeti…

‘Kabahatliler’ sadece soygun filmi değil. Âşık olmak, hayatını değiştirmek ve yeniden doğma özlemi üzerine bir film aynı zamanda… Bekleme motifi de önemli. Her iki karakter de bir ‘ara dönem’den geçiyorlar. Bekleme sürecinin sonunda kendilerini daha iyi tanıdıkları kesin. Asıl önemlisi, iki beyaz yakalı olarak rutin şehir hayatlarında asla karşılaşamayacakları tecrübeler ve yoğun duygular yaşıyorlar. Filmin kalbindeki asıl meselenin, bu farklı tecrübeler üzerinden geliştiğini düşünüyorum.

‘Kabahatliler’in asıl ayrıştırıcı özelliği bence temalarından ziyade hikâye anlatımında… Moreno, ara sıra seyircilere göz kırpan muzip bir hikâye anlatıcısı olmayı tercih ediyor. Mesela, filmde kaderleri kesişen 5 karakterin isimlerinin aynı harflerden oluşması veya Germán de Silva’nın daha çok komedi filmlerinden alışık olduğumuz şekilde iki ayrı rolü birden, banka müdürü Del Toro ve mahkûm Garrincha’yı canlandırması… Analog telefonlar uzak, arada gördüğümüz pandemi maskeleri yakın geçmişi işaret etse de Moreno filmin hangi yıl veya dönemde geçtiğine dair kesin veriler sunmuyor. Moreno’nun belirsiz bıraktığı ve göstermeyi tercih etmediği başka şeyler de var filmde. Sözgelimi, karakterlerin geçmiş öyküleri...

Finalin belirsiz bırakılmasını unutmayalım. Hikâye değil sadece film bitiyor. Moreno, üç saatin sonunda film boyunca oluşturduğu dramatik çatışmaların sonucunu ve yanıtı beklenen soruları pas geçiyor. Öyle ki, ironik olarak filmin en heyecanlı yerinde bittiği dahi söylenebilir. Kendi adıma, şaşırdığımı veya hayal kırıklığına uğradığımı söyleyemem. Çünkü Román ile Morán’ın nerden nereye geldikleri ortada ve filmin asıl meselesi, soygunla gelen paradan ziyade yaşadıkları tüm bu tecrübeler… Gerisi gerçekten ayrı hikâye ve Moreno’nun ‘Bundan sonra olacaklar çok da önemli değil’ dediği belli. Açıkçası, ben de pek önemli olmadığını düşünüyorum.

Final, filmin beğendiğim yanlarından biri. Ama 3 saati aşkın sürenin filmin pek de lehine olduğunu düşünmüyorum. İlgim dağılmadığı sürece uzunluk benim için sorun değildir. Ama burada öyle olmadı. Moreno’nun gereksiz yere tempoyu düşürüp filmi dinlendirdiği ve beni zihinsel olarak elinden kaçırdığı sahnelerin sayısı az değildi. O yüzden çevrimiçi gösterimin film adına çok doğru bir tercih olduğunu düşünüyorum.

İkinci sorun, Román ve Morán hariç diğer karakterlere baktığımızda, hepsinin derinliksiz olması... Kuşkusuz, Moreno’nun benimsediği hikâye anlatma tarzına bağlı bir tercih bu…. İnandırıcılıktan ziyade karakterlerin başlarına gelen olayların her şeyi belirlediği bir tarz benimsiyor Moreno. Dolayısıyla, yan karakterler onun için çok önemli değil. İtirazım yok ama Norma keşke bunun dışında kalsaydı diye düşünmeden edemiyorum; çünkü hikâye örgüsünde kritik öneme sahip. İkinci yarıda olup bitenlerin ardında genelde o var. Ama iç dünyasında olup bitenlere biraz uzağız. Asıl tuhaflık, finale doğru -üstelik her şeyin onunla ilgili olduğu bir noktada- son sözünü söyleyip erkenden kaybolup gitmesi… Román’ın aynı evde yaşadığı eşi Flor için de aynısı geçerli. Kadınlar verdikleri kararlarla erkeklerin hayatını değiştiriyor, hikâye akışını belirliyor ama psikolojik anlamda tek boyutlu olmaktan kurtulamıyorlar.

Moreno, ‘Kabahatliler’in çıkış noktası olarak 1949 yapımı Arjantin filmi, Hugo Fregonese’nin yönettiği ‘Apenas un delincuente’yi (Hardly a Criminal) gösteriyor. Bir sahnede karakterlerin Fransız yönetmen Robert Bresson’un ‘Para’ (L’argent) filmini seyretmesi tabi ki açık bir gönderme. Çünkü para, Bresson’un filminde olduğu gibi burada da sıkça karşımıza çıkan bir nesne. ‘Herkes para peşinde’ havasında başlıyor film ama para bir süre sonra önemini kaybediyor. Morán’ın cezaevindeki son günlerde takıntılı bir tutkuyla okuduğu dizelerin Arjantinli şair ve yazar Ricardo Zelarayán’ın ‘La Gran Salina’ adlı gerçeküstü şiirinden alındığını belirtelim.

‘Kabahatliler’i genellikle uzun planlar ve ağır kamera hareketleriyle düşük ritimli olarak kurgulayan Moreno, kadraj ölçüsü olarak çok nadir rastlanan 1.55:1’i tercih ediyor. Film için özel bestelenmiş müzikler yerine Astor Piazzola’nın tangoları başta olmak üzere farklı kaynaklara yöneliyor. Film boyunca, üç karakter arasında gidip gelen Arjantinli Pappo’s Blues grubunun albümündeki ‘sound’u merak ettiriyor bize. Albümde yer alan ‘A Donde Esta La Libertad’ adlı şarkıyı finalde dinleterek hem filmin ana teması olan özgürlük arayışını vurguluyor hem albümün Morán için ne ifade ettiğini açıklamış oluyor.

Adı, kimilerinin ‘Yeni Arjantin Sineması’ diye adlandırmayı tercih ettiği bir grup yönetmenle birlikte anılan Rodrigo Moreno, finans sorunları nedeniyle ‘Kabahatliler’i 4.5 yılda çekip bitirmiş. Süreç içinde farklı görüntü ve sanat yönetmenleriyle çalışmak zorunda kalmış. Oyuncuların çekim takvimleri nedeniyle çekimlere uzun aralar vermiş. Flor’un müzik eğitimi verdiği iki çocuğun geçip giden yıllar içinde büyümesini, ‘Boyhood’ (2014) filmini akla getirecek şekilde karşımıza getirmesi gerçekten çok hoş olmuş. Bu sahnelerde Román’dan üst üste su isteyerek filmdeki gerilimi mizaha dönüştüren çocuğun yönetmenin oğlu Leon, diğer öğrencinin ise kızı Aurora olduğunu not edelim.

Dünya prömiyerini Cannes Film Festivali’nde Belirli Bir Bakış bölümünde yapan ve eleştirmenlerden çok yüksek notlar alan ‘Kabahatliler’ geçtiğimiz yılın en iyi listelerinde kendini gösteren filmlerden biriydi. (MUBI)

7/10

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp