Top
Mehmet Açar

Mehmet Açar

macar@htgazete.com.tr

24/03/2013

‘Yolda’ nihayet beyazperdede

1998'deki "Merkez İstasyonu"yla adını dünyaya duyuran Brezilyalı yönetmen Walter Salles, 2004'te "Motosiklet Günlüğü"nde Che Guevera'nın gençlik yıllarında çıktığı, kişiliğini biçimlendiren bir yolculuğu anlatmıştı. Jack Kerouac'ın aynı adlı romanından sinemaya uyarlanan "Yolda" (On the Road) bu kez sadece yolculuğu değil, yerleşik hayatta da sürüp giden bir "yolda olma hali"ni anlatıyor.
1957'de yayımlanan "Yolda" Beat Kuşağı akımının kurucularındanJack Kerouac ve arkadaşlarının gerçek öykülerini farklı isimlerdeki karakterle anlatan bir roman. 30 yıldır romanın haklarına sahip olan ve Jean Luc Godard dahil birçok yönetmenle görüşen Francis Ford Coppola'nın Walter Salles'de karar kılmasının nedeni ise "Motosiklet Günlüğü"nün başarısı.
"Motosiklet Günlüğü"nün de senaryosunu yazan Jose Rivera, Kerouac'ın çağrışımlarla dolu, sınır tanımaz dilini ve daldan dala atlayan anlatı kurgusunu öncelikle düz bir öykü yörüngesine oturtmayı denemiş. Yolculuk kadar yolculuğun öncesini, sonrasını ve karakterler arası ilişkileri ön plana çıkartmaya gayret etmiş. Sonuçta, ortaya herkesin seyredebileceği başı sonu belli bir öykü çıkmış.
"Yolda", 1940'lı yıllarda, savaş sonrası ABD'sinde geçen bir dönem filmi. Her tür uyuşturucuyu kullanan, toplumun kurallarına meydan okuyarak yaşayan genç insanlar duruyor karşımızda. Kerouac, Beat Kuşağı'na adını ve ruhunu veren yazar. Cinsel tercihler başta olmak üzere yerleşik ahlaki kurallara uymayan bu gençler, Beat Kuşağı yazarlarının sınırsız özgürlük taleplerini yansıtıyor. Beat Kuşağı'nın (Jack Kerouac, Allen Gingsberg, William S. Burroughs) ABD için önemini, 68 kuşağı üzerindeki etkilerini düşünürsek, "Yolda"nın bu muhalif ruhun arkeolojisini yapan bir film olması lazım. Ne var ki, film bu haliyle birkaç çılgın gencin serüvenlerini anlatmanın ötesine geçemiyor. ABD'nin o dönemki tutucu, bağnaz atmosferi, toplumun ikiyüzlülüğü yansıtılsa da filmdeki karakterlerin kendi hayatlarında ne tür bir "devrim" yaptıkları pek anlaşılmıyor.
Halkın içinde sokaklarda yetişen, sorumluluk nedir bilmeyen, yakınlarındaki erkek-kadın herkes için bir çekim merkezi oluşturan Dean Moriarty (Garrett Hedlund) dışında diğer karakterler, özellikle Sal Paradise - Kerouac (Sam Riley) ve Carlo - Allen Ginsberg (Tom Sturridge) yeterince iyi işlenemiyorlar. Marylou (Kristen Stewart) ve Camille (Kirsten Dunst) gibi kadın karakterler ise çok yüzeyde kalıyor. Dean Moriarty (gerçek hayatta Neal Cassady) çelişkileri, cesareti, baba arayışı ve sevgilileriyle yaşadığı çatışmalar itibariyle gerçek bir film karakteri. Sal Paradise – Kerouac ise onun etki alanında dolaşan, ondan etkilenen ve onu gözleyen bir entelektüel olmanın ötesine geçemiyor.
Kuşkusuz, sinemaya uyarlanması çok zor bir romandan sözediyoruz. Belki Godard tarzı bir anti-sinema ya da Terry Gilliam'ın "Fear and Loathing in Las Vegas" (Vegas'da Korku ve Nefret) filmindeki gibi sıra dışı bir anlatım daha iyi olabilirdi. Yine de Walter Salles ile Jose Rivera, en azından taşın altına ellerini koydukları ve 30 yıldır herkesi kaçıran bu romanı düz bir öykü kalıbında da olsa sinemaya aktardıkları için takdiri hakediyorlar. Sonuç, pek parlak değil ama ilgiye değer...


Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp