Top
Mehmet Açar

Mehmet Açar

macar@htgazete.com.tr

15/12/2023

İnternetsiz yaşam korkusu

‘Dünyayı Ardında Bırak’ (Leave the World Behind), kıyamet öncesi veya sonrası değil, kıyamet endişesi üzerine bir film. Olayların boyutunu ve tam olarak nereye varacağını bilmiyoruz. Kesin olan, ‘Bildiğimiz ve yaşamaya alıştığımız dünyanın sonu mu geliyor?’ endişesinin tüm filmi şekillendiren duygu olması…

Kaldı ki, hikâyenin anahtar kelimesi belirsizlik… Karakterlerin, internet ve TV yayınlarının kesilmesi nedeniyle Yeryüzü’nde neler olup bittiğini tam olarak kestiremediği bir filmin içindeyiz. Sadece eldeki verileri değerlendirip tahmin yapıyor; en kötü olasılıkları akıllarına getirmek istemiyorlar. Dolayısıyla, ‘Dünyayı Ardında Bırak’ küresel ölçüde yaşananlardan ziyade olayları anlamaya çalışan karakterlerin psikolojisine odaklanıyor.

Yönetmen Sam Esmail’in, Rumaan Alam’ın 2020 yılında yayımlanan aynı adlı romanından uyarladığı film, hafta sonu tatili için Long Island’a giden New Yorklu dört kişilik Sandford ailesinin öyküsü olarak başlıyor. İş hayatındaki gerginlikten kurtulmak isteyen Amanda Sandford (Julia Roberts), üniversitede hocalık yapan eşi Clay Sanford (Ethan Hawke), ergen oğlu Archie (Charlie Evans) ve küçük kızı Rose’a (Farrah Mackenzie) sürpriz yaparak, denize yakın, havuzlu, büyük bir ev kiralıyor. İlk gün plajda başlarına gelen tuhaf ve korkutucu olayın ardından herkes gibi onlar da hemen eve dönüyorlar. İnternetin çalışmamasına ve televizyon yayınlarının kesilmesine pek aldırış etmemeye, tatillerinin tadını kaçırmamaya çalışıyorlar. Ama gece yarısı kapılarının çalınması ve ev sahibi G. H. Scott (Mahershala Ali) ile kızı Ruth’un (Myha’la) karşılarında belirmesiyle keyifleri iyice kaçıyor.

Tatil yapma arzusuyla başlayıp kıyamet korkusuna dönüşen bir film seyrediyoruz. Film ihtimallerin verdiği korkuyu, yaklaşan gerçeği kabullenmek ile kabullenmemek arasındaki çizgi üzerinden yansıtıyor. Senaryo, evlerin birbirinden hayli uzak olduğu tenha bir bölgede, kaderleri kesişen iki aile arasında yaşananlarla ilgili… Tabi bir de Amanda’nın markette alışveriş ederken karşılaştığı, her tür felakete, savaşa, hatta kıyamete bile hazırlıklı olan ‘aşırı tedbirli’ Danny (Kevin Bacon) var.

‘Dünyayı Ardında Bırak’ henüz kıyamet günü bile gelmeden insanlığın durumunun an itibarıyla pek iyiye gitmediğini ima ediyor. Açılış sahnesinde insanları sevmediğini açıklayan Amanda, ilerleyen bölümlerde iş ve sosyal deneyimlerinden söz ederken, dünyanın gidişatından umudunu çoktan kestiğini söylüyor. Ama sakın Amanda’yı filmin bilgesi veya olgun kişisi sanmayın. Tam aksine, Amanda filmin en gergin ve agresif karakteri. Tüm kibarlığı, pozitif ve hoşgörülü yaklaşımına rağmen varlıklı, kültürlü G.H. Scott’a uzun süre güvenmemekte ısrar ediyor. Menfi yaklaşımı ve gereksiz sinir krizleriyle işleri daha da zorlaştırıyor.

İki farklı kuşaktan gelen Amanda ile kibirli, kendini beğenmiş Ruth, ilk karşılaştıkları andan itibaren anlaşamıyor; uzun süre birbirlerini sözlerle iğneleyip, imalı konuşuyorlar. Ruth, Amanda’nın kendilerine karşı olan güvensizliğinin temelde ırk ayrımcılığından kaynaklandığına inanıyor. Amanda ise Ruth’un aklı havada, şımarık bir zengin kızı olduğunu düşünüyor. Senaryonun en önemli akslarından biri Amanda ile Ruth’un gergin başlayan ilişkisi... Filmde karakter değişimleri var ama asıl olarak Amanda – Rose ilişkisindeki değişim eğrisi öne çıkıyor.

Sözünü ettiğim ‘değişim eğrisi’, kıyamet günü ufukta belirdiğinde insanların birbirine nasıl davrandığı veya nasıl davranması gerektiği sorusu üzerinden gelişiyor. Geçmişteki birçok kıyamet sonrası filmi, uygarlığın sona ermesinin ardından modern insanın ‘taş devri’ne dönüşen dünyadaki hallerini konu alır. Kaba kuvvetin ve silah gücünün her şey anlamına geldiği, kanunların devre dışı kaldığı sosyal ortamı yansıtırlar bize.

Filmin son bölümünde G.H., Clay ve Archie’nin Danny ile yaşadığı deneyim de aynı meseleyi ele alıyor. Sonuçta, devlet otoritesinin ortadan kalktığı bir dünyada insanlar için iki ihtimal olacak: Ya sadece kendileri ve ailelerini korumaya karar verecekler ya da dayanışmayı tercih edecekler. Acı olan ise neyi seçerlerse seçsinler dünyada olup bitenlere engel olamayacakları gerçeği… Özetle, film dünyanın nasıl kurtulacağıyla değil, kıyametin / felaketin eşiğine nasıl geldiğimizle; bencillik, yanılsama ve kendini kandırmanın sonuçlarıyla ilgili…

Hollywood usulü felaket ve kıyamet filmleri temelde aile üzerinedir. Ailenin kurtulması ile dünyanın kurtulması arasında koşutluk, bağ kurulur. Burada ise dünyayı felaketin eşiğine getiren süreçte herkesin sadece kendine ve ailesine odaklanmasının da payı olduğu ima ediliyor. Mesela, Amanda, G.H. ve Ruth ile aynı evde kalmak istemiyor. Ruth da onların evden gitmesinden yana. ‘Amerikan kovboyu’ Danny, insanların kapısının önüne gelmesine bile karşı çıkıyor. Akademisyen Clay ve finansal analist P.H. Scott’un sağduyulu yaklaşımı olmasa filmde aileler arasında belki hiçbir iş birliği olmayacak. Son yıllarda çekilen filmlerde genellikle olumsuz, bencil, çıkarcı ve aç gözlü çizilen finansçının burada karşımıza olumlu bir imajla çıkması dikkat çekici.

Olaylar birkaç gün içinde bile geçse karakterler değişiyor ve öğreniyorlar. Amanda ve Ruth gibi iki şehirlinin geyiklerle nasıl baş edileceğini sezgileriyle bulmaları; sakin Clay’in hasta oğlu için geri adım atmaması eldeki önemli veriler. Bu arada, geyikler ile flamingolar, doğanın gücü ve bilinmezliğini temsil ediyorlar.

Kıyamet Günü veya felaketin ilk sonuçlarına ve G.H. Scott’un finale doğru dile getirdiği olası nedenlerine baktığımızda filmin altmetinleri belirginleşiyor. Son yıllarda her zaman olduğu gibi teknoloji üzerindeki hakimiyeti kaybetmemiz korkusu bir kez daha karşımıza çıkıyor. İnternete bağımlı yaşamaktan duyduğumuz endişe üzerine kurulan bir öyküsü var filmin. Taşıt araçlarının kontrolünün insan elinden çıkmasını unutmayalım. Filmin kurduğu dünyada taşıtlar insanlardan daha tehlikeli ve ölümcüller. Son yıllarda Hollywood’da sıkça karşımıza çıkan motiflerden biri sürücüsüz otomobil korkusu galiba…

Filmin işlediği siber saldırı konusu ve Obama çiftinin yapımcılar arasında yer alması nedeniyle ‘Dünyayı Ardında Bırak’ı çok ciddiye alan komplo teorisyenleri mutlaka çıkacaktır. Dolayısıyla, 1970’li yılların komplo teorilerini konu alan filmlerini akla getiren bir yanı var. Ama anlatım ve stil olarak baktığımızda, o filmlerin karanlık tonu yok. Tam tersine, göze hoş gelen, yer yer kara mizah duygusunun kendini gösterdiği seyirci dostu bir film seyrediyoruz.

Yönetmen Sam Esmail, biçimin öne çıktığı bir filme imza atıyor. Anlatımın en çok dikkatimi çeken yanı, kameranın varlığını belli eden yaklaşım oldu. Esmail kamerayı mekân içinde öyle bir hareket ettiriyor ki hem kameranın hem kurulmuş film setinin varlığını hissediyoruz. Mesela, kamera bir sahnede kulübenin çatısından çıkıp gidiyor. Başka bir sahnede evin içi ile dışını aynı sabit planda gösteriyor. Evin dışındaki bir sahnede ise vinçle hareket eden kamerayı beklenmedik şekilde durdurarak karakterlerin üzerindeki kadraj boşluğunu gereğinden fazla tutuyor. Esmail gerilim ve korku unsurunu bazı sahnelerde paralel kurgu ve Mac Quayle’in müziğiyle oluşturuyor; ‘çok kötü bir şey’ olacak hissi uyandırmayı seviyor. Açıkçası kameranın varlığını belli etmesini ve paralel kurgu sahnelerindeki zorlama gerilim tarzını çok sevdiğimi söyleyemem. Buna karşılık, geminin ve uçağın kumsala yaklaştığı sahneleri; finale doğru Ruth ile Amanda’nın suyun öte yakasındaki New York silüetine baktığı çekimi çok iyi buldum. Ve tabi ki finali de çok sevdim. Netflix’in nerdeyse ‘kendi ayağına sıktığı’ son sahne, unutulacak gibi değil. Ayrıca ‘sahte bir mutlu son’ olarak çok anlamlı. Seyretmeyenler için tadını kaçırmak istemiyorum ama bu sahneden sonra birçok kişi, fazlalık olarak gördüğü ‘bazı şeyleri’ evinde tutmaya karar verebilir. Tabi bu sahnedeki asıl mesele, kıyamet duygusunun bize kaybettirdikleri ve olağan hayatımıza duyduğumuz özlem…

Esmail, oyunculuğa hayli geniş bir alan açıyor ve bu durum, filmin lehine işliyor. ‘Dünyayı Ardında Bırak’ sonuçta karakterlerin öne çıktığı bir film. Julia Roberts uzunca süre ‘gıcık’ olmaktan vazgeçmeyen Samantha’da çok iyi. Korkusuyla kibri ve egosu arasında kalan Ruth’da Myha’la da iyi bir performans çıkarıyor. Nerdeyse filmin başından sonuna kadar sadece ‘Friends’in son bölümünü izlemeye kafayı takan küçük Rose’u canlandıran Farrah Mackenzie’nin adını anmam gerek. Mahershala Ali, Ethan Hawke, Kevin Bacon ve genç Charlie Evans daha sakin karakterleri canlandırdıkları için kadın oyuncuların biraz gerisinde kalıyorlar galiba. Ama onlar da üstlerine düşeni fazlasıyla yapıyorlar.

Netflix, 2022’nin sonlarına yaklaşırken bir kıyamet kara komedisi olan ‘Don’t Look Up’ ile çıkmıştı karşımıza. O film, insanların yaklaşan kıyameti ne kadar ciddiye alıp almadığı sorusuyla ilgiliydi. Gerilim yanı ağır basan ‘Dünyayı Ardında Bırak’ ise öngörüsüzlük ve hazırlıksızlığımızla ilgili bir film. Açıkçası, çok derinlikli değil. Etkilendiğimi söyleyemem ama paranoyayı besleyen ve komplo teorileri üzerine şekillenen filmleri sevenler kaçırmasın. Ayrıca, hayli sürükleyici. Vaktin nasıl geçtiğini anlamıyorsunuz. (Netflix)

6.5/10

Yazıyı Paylaş

Google +

Whatsapp